İş ve Tazminat Hukuku İçtihatlar
Davacının maddi zararının hesaplanması bakımından, emekli olup fiilen yaşlılık aylığı almaya başladığı 26.09.2010 tarihine kadar aktif çalışacağı, bu tarihten sonra ise pasif dönem denilen emeklilik döneminin başlayıp emeklilik döneminde de kazancının asgari ücret düzeyinde olacağını göz önünde tutan yeni bir hesap raporu alarak tüm delilleri bir arada değerlendirip neticeye varmaktır.
Kira sözleşmesinin uzun süreli ve 3. kişileri bağlayacak güçte bir kira sözleşmesi olup olmadığı, aracın teslim edilip edilmediği, araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma olup olmadığı, kira sözleşmesinin ve kira bedelinin Maliye ve Vergi Dairelerine bildirilip bildirilmediği, kira bedellerinin ödenip ödenmediğinin, gerektiğinde davalı malik ve kiracının ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle kira sözleşmesinin belirtilen bu deliller ile fatura ve cari hesap hareketleri gibi yan delillerle desteklenip desteklenmediği, davalının işletenlik sıfatının devam edip etmediği hususları tartışılarak varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
Halefiyet ilkesi uyarınca, Kurumun rücu alacağı; hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebileceği maddi zarar tavan miktarı ile sınırlı iken, sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…’‘ bölümü Anayasa’ya aykırılık nedeniyle iptal edilmiştir. Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, sigortalıya Kurumca yaşlılık aylığı bağlandığını iddia etmesi karşısında, Kurumdan sigortalıya yaşlılık aylığı bağlanıp bağlanmadığı sorularak, yaşlılık aylığı bağlanmış ise, ‘‘Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık ve gelirlerden yüksek olanın tümü, eksik olanın da yarısı bağlanır.’ hükmüne göre, iş kazası sonucu sigortalıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinde, ilgili maddenin uygulanması sonucu değişiklik bulunup bulunmadığı belirlenerek, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
Mahkemece, meydana gelen olayın iş kazası niteliğinde olup olmadığı, hak sahiplerine uzun vadeli sigorta kollarından ölüm aylığı mı yoksa kısa vadeli sigorta kolları bakımından iş kazası ölüm geliri mi veyahut da her ikisinin de bağlanıp bağlanmadığı hususları davacı kurumdan sorularak eldeki davada davacı kurumca yapılan davaya konu yardımın niteliği net olarak belirlenmeksizin, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Asıl dava için yapılan arabuluculuk görüşmesinde karşı davanın konusunu oluşturan talepler de müzakere edilmişse, karşı dava için ayrıca arabuluculuk yoluna başvurulması gerekmez.
İşçinin birden fazla alacağının söz konusu olması durumunda, yapılan kısmı ödemenin hangi alacağa ilişkin olduğu işveren tarafından ödeme sırasında belirtilmemiş ve işçi tarafından da bu husus makbuzda gösterilmemiş ise mahsup işlemi BK.m 86 çerçevesinde yapılacaktır iş Kanununda işçinin sözleşme ve kanundan doğan alacaklarının muacceliyet ve vade zamanları konusunda değişik hükümler öngörülmüştür.
4857 sayılı İş Kanununa göre ücret en geç ayda bir ödenir(m.32/5). İş Hukuku mevzuatımızda Basın İş Kanununun 14.maddesi hariç, ücretin peşin ödeneceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle ücret çalışılan ayı takip eden aybaşında muaccel hale gelmektedir. Fazla mesai, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin muacceliyet tarihleri normal aylık ücret gibidir. İşçinin ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti sözleşmenin feshi ile muaccel hale gelir.
1475 sayılı İş Kanununun 14 ve 4857 sayılı İş Kanunun 120.maddesi uyarınca işveren kıdem tazminatı borcu bakımından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte temerrüde düşer. Yukarıda belirtilen diğer tazminat ve alacaklar bakımından ise tarafların sözleşme ile kararlaştırdıkları ödeme zamanı ya da işçi tarafından gönderilecek ihtarnamede belirtilen ödeme günü itibariyle işverenin temerrüdü gerçekleşir
Daha açık anlatımla, işverenin müteselsilen sorumlu olacağı tutar, 1 inci fıkra gereğince kendi kusur payı gözetilerek sorumlu tutulacağı miktarın (gelirin ilk peşin sermaye değeri X işverenin kusur oranı), üçüncü kişinin 4 üncü fıkraya göre sorumlu olacağı tutar (gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı X üçüncü kişinin kusur oranı) ile toplamı kadar olmalı, kanun koyucunun getirdiği “gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı” sınırlaması karşısında üçüncü kişinin müteselsilen sorumlu tutulacağı miktarın ise, gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı ile işveren de dahil olmak üzere tüm davalıların kusurları toplamının çarpımı sonucu elde edilecek tutar kadar olması gerekmektedir. Bu yaklaşım ve uygulama, işvereni, iç ilişkide üçüncü kişiye rücu edemeyeceği miktarı Kuruma ödemek zorunda bırakmadığından da hakkaniyete uygundur.
Davalının sürücüsü olduğu aracın asli kusurlu olarak yaya murise çarpması sonucu muris vefat etmiştir. SGK tarafından gönderilen 26.03.2014 tarihli müzekkere cevabında, kaza sonucu davacı eş ...l’e ölüm aylığı bağlandığı, ilk peşin sermaye değerinin 54.729,18 TL olduğu, 5510 sayılı Yasa’nın 39. maddesi gereği rücuya tabi olduğu bildirilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan 16.01.2013 tarihli hesap bilirkişi raporunda davacı eş ... için hesaplanan tazminattan ilk peşin sermaye değeri mahsup edilmemiş, mahkemece davacı eş ...’e bağlanan aylığın SGK yazı cevabına göre rücuya tabi olduğundan bahisle ilgili bilirkişi raporunda hesaplanan tazminattan ilk peşin sermaye değeri mahsup edilerek davacı ... bakımından destekten yoksun kalma tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
Mahkemece davalı şirketin asıl işveren sıfatının varlığı kabul edilmiş ise de, olay yeri inceleme raporunda dava dışı Gülden İnşaat AŞ. ibaresinin şantiye girişindeki tabelada yazılı olduğu anlaşılmakta olup, ... tarafından yaptırılan okul inşaatına ilişkin tüm ihale evraklarının getirtilmesi ile bu şirket hakkında da irdeleme yapılması ile meydana gelen olayın tüm yönleri ile irdelenmesi, dava dışı ve davalı şirketler arasında nasıl bir ilişki olduğunun ve anahtar teslimi ile iş yapılıp yapılmadığının irdelenmesi ile tüm tarafların hukuki konum ve durumlarının tayini ile 5510 Sayılı Yasanın 21. Maddesi kapsamında işveren veya vekili veyahut taşeron olup olmadığı yahut üçüncü kişi olup olmadıkları ve 3. Kişilerin de bu sıfatları nedeniyle olay üzerindeki etkileri ve kusur durumlarının tayini ve sonucuna göre kusur ve hesap raporlarının alınmasından sona bir karar verilmesi gerekir.
İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir davranışı sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, 4. fıkrasında, iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle gerçekleşmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısının, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edileceği belirtilmiştir.
Araç işleteni veya araç işleteninin bağlı bulunduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulabilecek; sorumluluktan kurtulamayan işleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi ise kazanın oluşunda zarar görenin kusurunun bulunduğunu ispat ederse, hakim, durum ve şartlara göre tazminat miktarını indirebilecektir.
Davada reddedilen miktarın tamamının sonradan sunulan belgelerin dikkate alınması sebebiyle olduğu anlaşıldığından davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmemesi gerekir.
Aylık ücretin yıllık 270 saatlik fazla çalışma süresini karşılayacak miktarda olması karşısında, fazla çalışmaların aylık ücret içinde ödendiğinin kararlaştırıldığı kabul edilerek yıllık 270 saatlik fazla çalışma süresi ispatlanan fazla çalışmalardan indirilmeli ve yıllık 270, haftalık 5,2 saati aşan fazla mesai ücreti hüküm altına alınmalıdır.
Tüzel kişiliği sona eren şirketin ihyası için tasfiye memuru ile Ticaret Siciline husumet yöneltilerek görevli Asliye Ticaret Mahkemesinde ayrı bir dava açılması için davacı tarafa uygun bir süre verilmelidir. Dava açıldığı, takdirde ve alınacak sonuca göre eldeki davaya devam edebilme imkanı bulunduğu belirlendiğinde, tüzel kişiliğe tebligat yapılarak, usulüne uygun şekilde taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına girilerek davanın sonuçlandırılması gerekir.
Ücret Belirlenirken yaptığı iş tespit edildikten sonra emsal ücret araştırması yapılarak ücret miktarı belirlenmelidir.
Davacının salt matematik öğretmeni olarak çalıştığının tespiti halinde fazla mesai ücreti talebinin ek ders ücreti olarak yorumlanması ve sözleşmede belirtilen ve aylık ücretini karşılayan ders saatinden fazla derse girip girmediğinin tespiti ile hesaplamanın fazladan girilen ders saatine göre yapılması gerektiği ortadadır.
Öğretmenliğinin idari görevleri bulunduğunun da tespiti halinde, haftalık 45 saati aşan çalışmalarının dikkate alınması gerekmektedir. Davacının idari görevleri de olduğunun tespiti halinde, imzalı kartlı geçiş uygulama tebliği ve ücret hesap pusulalarına göre günlük ara dinlenme süresinin 2 saat olarak kabulü gerekmektedir.
Gerçek zarar hesabı tazminat hukukuna ilişkin genel ilkeler doğrultusunda yapılmalıdır. İşçinin, sürekli iş göremezlik durumuna girmiş ise bedensel zarar hesabı, ölümü hâlinde destekten yoksun kalma tazminatı hesabı dikkate alınmalıdır. Gerçek zarar hesaplanmasında ise; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş görmezlik ve karşılık kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerekir.
Bu nedenle blok çalışmada bildirim öncesi çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini kabul etmek Kanun'daki açık düzenlemeye uygun olmayacağı gibi hak düşürücü sürenin işlevsiz hâle gelmesi sonucunu doğuracaktır. Kanun'un açık hükmü karşısında sigortalı lehine yorum ilkesinin uygulanması da mümkün olmayıp bu hâlde bildirim öncesi çalışma süresi bakımından sigortalının sigortalı hizmetlerinin sona ermesinden sonra hak düşürücü süre içinde dava açma hakkı devam etmektedir.
3266 Sayılı Uzman Jandarma Kanunundaki "Uzman Jandarmaların Mecburi Hizmet Süresi Uzman Jandarma Çavuşluğa Nasıp Tarihinden İtibaren On Yıl Olup Yaş Hadleri 56'dır..." Şeklinde Düzenleme Karşısında Davacının 56 Yaşına Kadar Aktif Çalışmada Bulunacağı Bu Tarihten Sonra ise Pasif Döneminin Başlayacağı Kabul Edilerek Bu Dönem İçin Asgari Geçim İndirimsiz Asgari Ücret Üzerinden Hesaplama Yapılması Gerektiği
4857 sayılı İş Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi için fesih bildiriminin yapıldığı tarihte işyerinde 30 ve daha fazla işçi çalıştırılması gerekmektedir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan işçi sayısına göre belirlenir. İş sözleşmesinin türü, işçinin belirlenmesinde önemli değildir. İş Yasası kapsamında kalanların alt işveren işçileri otuz işçi kapsamında dikkate alınamaz. Tarım işlerinde elli ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler iş güvencesinden yararlanabilir. Birlikte istihdam halinde tüm şirketlerdeki işçiler otuz işçi hesabında dikkate alınır.
Davacı işçinin su ve kanalizasyon hattı inşaatında boru döşeme ustası olduğu, asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği, giderek, sigorta müfettişinin asgari ücret üzerinden yapmış olduğu saptamanın ve işverenin sunduğu imzalı bordroların gerçeği yansıtmadığı açık-seçiktir. Nitekim davacı taraf da işverenin düzenlediği bordrolarına gerçeği yansıtmadığından bahisle itiraz etmiştir. Davacının asgari ücretle çalışmadığının kabulü doğrudur. Ne var ki davacının tazminatına esas alınacak ücretin belirlenmesi sırasında yanılgıya düşülmüştür. Gerçekten davacının sigorta müfettişine olay tarihindeki ücretinin 650,00 TL olduğuna ilişkin beyanda bulunduğu ve bu ücretin bir kısım tanık tarafından doğrulandığı görülmektedir. Hal böyle olunca davacının beyanında geçen ve tanık anlatımı ile doğrulanan bu ücretin gözardı edilerek, İnşaat Mühendisleri Odası'nın bildirdiği net asgari ücretin 2,33 katı düzeyinde kalan ve davacı tarafından beyan edilen ücretin dahi üzerinde olan bir ücretin tazminatın hesaplanmasında esas alınması isabetsiz olmuştur. Öte yandan davacının başkasının yardımına muhtaç olması nedeniyle asgari ücretle bakıcı gideri hesaplanması doğru ise de, bakıcı giderinin ödenmesi sırasında bakıcıyı çalıştıran davacının brüt asgari ücret kadar bir ödeme yapmasının gerektiği düşünülmeden bakıcı gideri olarak asgari ücretin brütü yerine neti kadar harcama yapılacağının kabulü ile net asgari ücretle bakıcı giderinin hesaplanması da hatalıdır.
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26.maddesi olup, Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkı niteliği gereği, hak sahiplerine bağlanan gelirler fiili ödemeye dönüşmüş ise, ilk peşin değerli gelir ile fiili ödemeler karşılaştırıldığında, ilk peşin değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarının kusur karşılığından düşük ise, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarının kusur karşılığı, ilk peşin değerin kusur karşılığından düşük ise o taktirde de fiili ödeme miktarının esas alınması gerekmektedir.
İş sözleşmesinin tarafları, asgari ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. İşyerinden kredi gibi banka işlemlerinde kullanılmak üzere işçiye verilen ücrete dair işveren yazılarının tek başına ücreti belirlemeye yeterli olamayacağının kabul edilmesi gerekir. Emsal ücret araştırması yapılmadan davacı iddiasının kabulü isabetsiz olmuştur. Davacının kıdemi, işi, teknik yeterlilikleri dikkate alınarak meslek odaları ve ilgili kuruluşlardan emsal ücret araştırıldıktan sonra tüm dosya kapsamına göre belirlenecek ücerete göre alacakların hesaplanması gerekir.
Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Davacı tanıklarına göre davacının işinin sulama inşaatında tapografçı olduğu belirtilmiştir. Davalı tanıkları kış aylarında yoğun çalışma olmadığını hatta izin kullandırıldığını ileri sürmüşlerdir. Davacı tanıkları ise kış ve yaz çalışmasını ayırmadan genel anlamda beyanda bulunmuşlardır. Mahkemece hafta tatil ücreti belirlenirken de bu yoğunluk dikkate alınarak sadece yılın Nisan-Ekim ayları arasındaki dönem için yapılan hesaplama dikkate alınmıştır. İşin arazide ölçüm ve teknik çalışma gerektiren bir iş olması, tanıkların beyanı dikkate alındığında fazla çalışmanın da yılın Nisan-Ekim ayları arası kabul edilmesi dosya kapsamına daha uygundur.
Bekar olarak ölen desteğin ileride evleneceği ve en az iki çocuk sahibi olacağı kabul edilerek, desteğin evleninceye kadar gelirinin yarısını kendi ihtiyaçları yarısını da anne ve babası için ayıracağı varsayılarak bu dönemde desteğe iki anne ve babaya birer pay vermek suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında evlenmeden önceki dönem içinde anne ve babanın her birine %25 pay verilmesi gerektiği
İşe iade talebi için iş akdinin yazılı fesih bildiriminden itibaren 1 ay içinde zorunlu arabulucuya başvurulmalı, arabuluculuk süreci anlaşmama şeklinde sona ermişse, arabuluculuk son tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren iki haftalık süre içinde iş mahkemesine başvurulması gerekir.
Arabuluculuk “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” olarak tanımlanmıştır.
Arabulucu Ve Taraf Vekilinin Aynı Ofiste Faaliyet Gösteriyor Olması Ve Bu Durumun Diğer Tarafa Bildirilmemesi Arabuluculuk Faaliyetini Geçersiz Kılar.
* TRAFİK KAZASI NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Davalının Araç Kiralama İşi Yaptığını İşleten Olmadığını Kendisine Husumet Yöneltilemeyeceğini Aracı 36 Aylık Kira Sözleşmesi ile Kiraladığını İddia Ettiği/Kira Sözleşmesi ile Kaza Tarihini Kapsayan Kira Bedellerine Karşılık Kesilen Faturaları Dosyaya Sunduğu - Mahkeme Tarafından Bu Hususta Herhangi Bir İnceleme ve Değerlendirme Yapılmaksızın Karar Verildiği/Eksik İnceleme ile Hüküm Kurulmasının Hatalı Olduğu )
* BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ ( Mahkemece Taraflar Arasında Uzun Süreli ve 3. Kişileri Bağlayacak Güçte Bir Kira Sözleşmesinin Bulunup Bulunmadığı Aracın Fiilen Teslim Edilip Edilmediği Ekonomik Yararlanmanın Kime Ait Olduğu Kira Sözleşmesi ve Kira Bedelinin Maliye ve Vergi Dairelerine Bildirilip Bildirilmediği Hakkında Gerektiğinde İşleten ve Kiracının Ticari Defter ve Kayıtları Üzerinde Bilirkişi Marifetiyle İnceleme Yaptırılması Gerektiği )
* EKSİK İNCELEME VE HATALI GEREKÇE ( Kira Sözleşmesinin Fatura Ruhsat ve Cari Hesap Hareketleri Gibi Yan Delillerle Desteklenip Desteklenmediği Davalının İşletenlik Sıfatının Devam Edip Etmediği Hususları Tartışılarak Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerekirken Eksik İnceleme ve Hatalı Gerekçe ile Hüküm Kurulmasının İsabetsiz Olduğu )
Dairemizin yerleşik içtihatlarına ve kabul gören uygulamaya göre kız çocuklarının 22 yaşına kadar, yüksek öğrenim gören ya da görme ihtimali bulunan çocukların ise 25 yaşına kadar destek alacağı dikkate alınarak destek tazminatı hesaplanması gerekmektedir.
Davacı Kurum tarafından sigortalıya 25.462,34 TL hastane masrafı yapıldığı, davalıların kusurları oranında Kurumun rücu hakkının bulunduğu, toplam %70 kusurlarına isabet eden oranda davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları, Mahkemece de kararın gerekçesinde bu hususun kabul edilmiş olması karşısında kusur karşılığı 17.823,64 TL tedavi giderinin tahsiline karar verilmesi gerekirken, toplamda 2.326,84 TL’ye hükmedilmek suretiyle eksik tedavi giderinin hüküm altına alınmış olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
Bu nedenle. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. HGK 19.03 2008 gün ve 2008/ 10-254E.-2008/266 K. sayılı kararı da bu yöndedir.
Anayasa Mahkemesinin 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 23.11.2006 gün ve E: 2003/10, K: 2006/106 sayılı Kararı ile 26. maddedeki “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere...” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir. 26. maddedeki anılan cümlenin iptali ile Kurumun rücu hakkının yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı yada hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, rücu davasında, ilk peşin değerli gelirin tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarla sınırlı şekilde hüküm kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinde, açıkça gelirlerde meydana gelen artışların istenemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. HGK.19.03.2008 gün ve 2008/10-254E.-2008/266 K. sayılı Kararı da bu yöndedir.
Yargıtay “Hukuk Daireleri” arasında işbölümü, temyiz incelemesinin sonuçlandırılmasında zaman kayıplarını önlemek, uzmanlaşmayı, akademik çalışma ve işbirliğini desteklemek, hukuksal sorunların çözümünde sorumluluk üstlenerek yönlendirici olabilmek ve Hukuk Dairelerinin hukuksal kimliklerini güçlendirmek amacıyla, aşağıda yer alan "ihtisas alanı ve temel görev esasları" çerçevesinde yapılır.
506 sayılı Yasanın 26. maddesine yönelik Anayasa Mahkemesinin iptal tararı ile birlikte, sigortalı ve/ya hak sahibine bağlanan gelirin fiili ödemeye dönüşmesi halinde; Kurumun talep edebileceği miktar, ilk peşin değerin kusur karşılığı fiili ödeme miktarından düşük ise ilk peşin değere göre; fiili ödeme miktarı ilk peşin değerden düşük ise fiili ödeme miktarı dikkate alınarak belirlenecektir.
Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, hak sahiplerine bağlanan gelirler fiili ödemeye dönüşmüş ise, ilk peşin değerli gelir ile fiili ödemeler karşılaştırıldığında, ilk peşin sermaye değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarının kusur karşılığından düşük ise o takdirde, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarının kusur karşılığı, ilk peşin değerin kusur karşılığından düşük ise o taktirde de fiili ödeme miktarı esas alınması gerekmektedir.
Davacı işçi, alt işveren statüsünde olduğu şirketin işyeri devri mi yoksa sözleşme devri mi yaşandığını tespit etmek üzere dava açmıştır. Yargıtay, yerel mahkemenin işyeri devri ile sözleşme devri arasındaki farkı dikkate almadan karar vermiş ve bu nedenle davanın yeniden incelenmesi gerektiğine hükmetmiştir. İşyeri devrinde işçinin rızası olmadan sorumluluk devam ederken, sözleşme devrinde tarafların iradesi belirleyicidir.
Tanıkların sadece davacı ile birlikte çalıştıkları süre için çalışma saat ve günlerini bilebileceği, buna göre hesaplamanın tanığın çalışma süresi ile sınırlı olmak üzere yapılması ve Mahkemece bu süreye göre hüküm kurulması,
İlgili aya ait sunulan imzalı bordroda 25 gün üzerinden tahakkuk yapılmış, aynı döneme ait imzalı puantajda da 25 gün üzerinden bildirim yapılarak, eksik günler 21 numarasıyla işlenmiştir. Buna göre tüm kayıtlar getirtilip ücretsiz izinde geçen süreler tespit edilmeli ve bu günler hizmet süresinden dışlanmalıdır.
Dava, işe iade talebine rağmen işe iade edilmeme nedeniyle tazminat ve alacak istemine ilişkindir. Olayda, davacının iş sözleşmesi işverence feshedilmiş olup, davacı tarafından açılan işe iade davasının yargılaması neticesinde feshin sendikal nedene dayandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği, kararın kesinleştiği, davalı işverene yasal süre içerisinde işe başlama müracaatı yapıldığı, yasal süre içerisinde davacının işe başlatılmadığı anlaşılmaktadır.
İlk Derece Mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının hak kazandığı sendikal tazminat alacağı, geçersiz olduğu belirlenen fesih tarihindeki ücret kabul edilerek hesaplanması gerekirken davacının işverence işe başlatılmadığı tarihteki ücreti esas alınarak hesaplanması ve mahkemece hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Boşta geçen sürenin en çok dört aylık kısmı içinde gerçekleşen diğer haklar kavramına, ikramiye, gıda yardımı, yakacak yardımı gibi para ile ölçülebilen haklar dahil edilmelidir. Belirtilen dönemde şayet işçi işyerinde çalışmaya devam etse idi, hak kazanacağı tüm para ile ölçülebilen değerlerin dikkate alınması gerekir.
Bununla birlikte işçinin ancak fiili çalışması ile ortaya çıkabilecek olan fazla çalışma ücreti, hafta tatili ile bayram ve genel tatil günlerinde çalışma karşılığı ücret ile satışa bağlı prim gibi ödemelerinin, en çok dört ay kadar boşta geçen süre içinde ödenmesi gereken diğer haklar kavramında değerlendirilmesi mümkün olmaz.
Olayda, işverence işçilere servis tahsis edildiği anlaşılmakta olup, Mahkemece bu servis yardımının parasal değeri boşta geçen süre ücretine ilave edilmiştir. Ancak işçinin fiilen çalışmadığı dört aylık dönemde servis ile işe götürülüp getirilmesi söz konusu olmayacağından bu halde işçinin pozitif manada bir gelir kaybı olmadığı gibi, tasarruf edemediği yahut malvarlığından eksilen bir miktar da bulunmamaktadır.
İşçi, fiilen işe gitmediği takdirde, herhangi bir gelir kaybı olmadığı gibi, yararlanamadığı yol yardımını ikame edecek bir harcama yapmak zorunda da değildir. Bu itibarla somut olayda, işverence sağlanan servis yardımının parasal karşılığının boşta geçen süre ücretine ilave edilmesi isabetli olmayıp, kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir.
Dava, meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Sigortalının yaptığı işin özellikleri, yakalandığı meslek hastalığına yol açan etkenler, hastalığın önlenebilmesi için alınması gereken önlemler ile bunların gerçekleştirilme ve önlemlere uyum durumları ile kaçınılmazlık faktörü de değerlendirilmek suretiyle, bir miktar kaçınılmazlık faktörünün de etkisi olduğu, davacının bu işyerinde 08/03/2002 ila 31/10/2016 tarihleri arasında çalışmasının bulunduğu, başka işveren nezdinde maden ocağı gibi meslek hastalığının ortaya çıkmasında etki eden çalışmasının bulunup bulunmadığı da gözetilerek, her işverenin kendi döneminden sorumlu olacağı gözetilip, sigortalının kaçınılmaz maluliyet oranı da belirlenerek davaya konu alanda işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda uzman kişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulundan, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına uygun, yargısal denetime elverişli, ayrıntılı irdeleme içeren ve verilen kusur oran ve aidiyetlerinin yanında kusur gerekçelerini de gösteren rapor alınıp, dosyadaki deliller ışığında yapılacak değerlendirmeyle bir sonuca varılması gereğinin gözetilmemiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemece yapılacak iş; öncelikle hüküm altına alınacak tazminat miktarlarına etkisi bakımından, aynı olaya ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından açılmış olan rücuan tazminat dava dosyasındaki kusur raporunun dosya kapsamına getirtilerek -verilen kararın kesinleşip kesinleşmediğinin gözetilerek- müteveffa sigortalının kaza öncesi ve kaza sonrası dönemlere ait, temin edilebilen tüm tıbbi belge ve raporları dosyaya celp edildikten sonra yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda işverenden sigortalının şahsi sicil dosyasının da tümü getirtilerek, işverenin sigortalının periyodik sağlık muayenelerini yaptırıp yaptırmadığı, bu muayenelerde kalp rahatsızlığı ile ilgili bir bulguya rastlanıp rastlanmadığı, şahsi dosyada "kalp rahatsızlığı" nedeniyle alınmış bir istirahat raporunun bulunup bulunmadığı, ölüm olayından önceki tarihlerde sigortalının bünyesini zorlayacak bir çalışma yaptırılıp yaptırılmadığı, olay günü sigortalıyı iş yerinde rutin dışında bir gerginlik ve stres içine sokacak bir olayın cereyan edip etmediği araştırılmak, ayrıca, kalp krizinde, kişinin yaşının, beslenme şekli ve kültürünün, genetik özelliklerinin ve bünyevi yapısının, tütün bağımlılığı, alkol kullanımı, egzersiz durumunun, cinsiyetinin de faktör olduğu, sağlığının çeşitli faktörlerinin bir araya gelmesiyle bozulabileceği; ayrıca iş yerinde çalışma şartlarının kalp krizini tetikleyip tetiklemediği, özellikle çalıştığı yerdeki hava koşullarının/ sıcaklığın kalp krizi üzerindeki etkisinin var olup olmadığı hususlarının kusurun ağırlığının değerlendirilmesinde dikkate alınacağı iş yeri hekimliği, iş gücü sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman olan bir kardiyoloğun da yer alacağı bilirkişi heyetinden iş kazası ile çalışma şekli arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı, illiyet bulunuyorsa kalp krizinin oluşumunda işverenlerin kusurunun bulunup bulunmadığının saptandığı, kusuru mevcut ise kusurunun ağırlığını, kalp krizinde iş yeri koşullarının etkili olup olmadığını, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğunu ve tarafların iddia ve itiraz sebeplerinin değerlendirilmesini de kapsar şekilde tespit eden kusur raporu aldıktan sonra oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.
Dava dilekçesinde talep konusu yapılmayan bir işçilik alacağı, dava konusu alacaklarla aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğmak şartıyla, ve bu alacağa ilişkin peşin harç yatırılmak kaydıyla kısmi ıslahla talep edilebilir.
Mahkemece, ıslahla artırılan bölümün zamanaşımı sebebiyle reddedilmiş olması hatalıdır. Mahkemece davacı eşin nüfus tablosu dosya arasına getirtilerek, medeni hali belirlenmeli ve eğer eş hala evlenmemiş ise rapor tarihindeki yaşına göre evlenme ihtimali bulunup bulunmadığı hususunda ek rapor alınmalıdır. Bilirkişi raporunda desteğin bölüşük kusuru sebebiyle indirim yapılmış olması da gözetildiğinde; hesaplanan miktarlardan herhangi bir indirim yapılmaması gerekir.
Sigortalının ölümü halinde anne ve babasına ölüm sigortası kolundan aylık bağlanabilmesi, sigortalının sağlığında anne ve babasının geçimlerini sağlıyor olması koşuluna bağlıdır.
Hak sahipi anne-babaya destekten yoksun kalma tazminatının verilebilmesi, 506 sayılı Yasa'nın 24.maddesi uyarınca ölen sigortalılının sağlığında anne babasının geçimlerini sağladığını kabulü için sigortalının onlara sürekli düzenli ve günlük gereksiminlerini karşılayacak önemde yardımda bulunması, ana babanında durumları bakımından sigortalının bu yardımlarına gereksimleri olmasının belirlenerek SSK'ca anne babaya gelir bağlanması koşuldur.
Dava hemzemin geçitte gerçekleşen trafik kazasındaki ölüm nedeniyle müteselsil sorumluluk gereğince tamamı davacı tarafından ödenen tazminatın kusurları oranında davalılara rücu edilmesi isteğine ilişkindir.
Her ne kadar resmi nikah yapılmadan fiilen bir arada yaşayana destek tazminatı verilmesi uygunsa da; davada adı geçen Döndü Laçin'in eldeki dava dosyasına getirilen nüfus kaydına göre Ercan Alp'in ölümünden sonra 29.9.1997 tarihinde bir başkası ile resmen evlenmiş olduğu görülmektedir. O halde Döndü Laçin'e, bu evlenme tarihinden sonrası için destek tazminatı verilemez. Önceki davada bu evlilik kaydının dosyaya yansımamış olması nedeniyle adı geçen için fazla destek tazminatına hükmedilmiş olması, o davada taraf olmayan davalılara aynen rücu edilmesini gerektirmez. Bu durumda önceki davanın davacılarından Döndü Laçin'in evlenme tarihinden sonrasına ilişkin destek tazminatı düşülerek kalan miktara hükmedilmelidir.
Murisinin işkazası sonucu ölümü nedeniyle tazminat isteminde bulunan nikahsız eşin yaşı, sosyal durumu, güçlü olmayan aile bağı nedeniyle müşterek haneyi terk edeceği, kendisine yeni bir yaşam tesis edeceği üstün olasılık içinde olduğunan ve giderek bakım ihtiyacının nikahlı eşte olduğu gibi bakiye ömrünün sonuna kadar devam etmeyeceği varsayımı göz önünde tutularak belirlenen tazminattan hak ve adalete uygun indirim yapılması gerekir.
Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Evlilik sözleşmesi olmaksızın birlikte yaşayan nikahsız eşin, desteğin ölümü ile nikahlı eş gibi, yaşama yaşının sonuna kadar ve özellikle yaşı, sosyal durumu, yaşadığı ortam ve aile bağları gibi nedenlerle, kocasının evinde yaşamını sürdüremeyeceği, güçlü olmayan aile bağı nedeniyle müşterek haneyi terk edeceği, kendisine yeni bir yaşamı tercih edeceği üstün olasılık içinde olduğu, giderek, bakım ihtiyacının nikahlı eşte olduğu gibi desteğin, kalan ömrünün sonuna kadar devam etmeyeceği varsayımı göz önünde tutularak, Borçlar Kanunu'nun 43. maddesi gereğince belirlenecek tazminattan hak ve adalete uygun bir indirim yapılması gerekecektir.
“Ölenin ailesi” kavramının “ölenin yakınları” diye yorumlanması için ölen ile aralarında eylemli aile ve sevgi bağlarının varlığı gereklidir. Burada önemli olan aile hukuku çevresinde yakınlık değil duygusal yakınlıktır. Kişinin ölenin yakını sayılması için ölenle aralarında yakın ilişkiler bulunması yeterlidir.
Evlilik sözleşmesi olmaksızın birlikte yaşayan nikahsız eşin; desteğin ölümü ile nikahlı eş gibi, yaşama yaşının sonuna kadar ve özellikle yaşı, sosyal durumu, yaşadığı ortam ve aile bağları gibi nedenlerle, kocasının evinde yaşamını sürdüremeyeceği; güçlü olmayan aile bağı nedeniyle müşterek haneyi terk edeceği, kendisine yeni bir yaşamı tercih edeceği üstün olasılık içinde olduğu, bakım ihtiyacının nikahlı eşte olduğu gibi desteğin, bakiye ömrünün sonuna kadar devam etmeyeceği varsayımı göz önünde tutularak; Borçlar Kanununun 43. maddesi gereğince belirlenen tazminattan, hak ve adalete uygun bir indirim yapılması gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.
Dava, trafik kazası sonucu desteğin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Murisin eşi davacı tekrar evlenmiştir. Destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında desteğini yitirenin bakım süresinin dikkate alınması gerekmektedir. Davacı eşin evlenmesi gibi eylemli olarak bakım ihtiyacı son bulmuşsa destekten yoksun kalma tazminatı evlenme tarihine kadar hesaplanır. muhtemel hayat süresine göre yapılan hesaplamanın hükme esas alınarak fazla tazminata karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
Haksız fiil sonucu ölüm nedeniyle sağ eş için destek kaybı hesaplanması doğru ise de ; sağ eşin yeniden evlenmiş olduğu nazara alınarak destek kaybı hesabının ölüm tarihi ile sonradan evlenmekle destekten çıkılan tarih arasında oluştuğu ve bu dönem için zarar hesabının yapılması gerekeceğinin gözetilmesi gerekir.
Olayın oluş şekline , müterafık kusur ve oranlarına duyulan elem ve ızdırabın derecesine , tarafların sosyal ve ekonomik durumuna , hak ve nesafet kurallarına göre manevi tazminatın hesaplanması gerekir.
Davalı taraf, sağ kalan eşin sonradan evlenip boşandığını savunduğu halde mahkemece bu hususta bir araştırma yapılmamıştır. Sağ kalan eş gerçekten evlenip boşanmışsa, bu süreye ilişkin isteğinde tazminattan düşülmesi gerekir.
İş kazası nedeniyle işçinin ölümü halinde ana ve baba yararına maddi tazminata karar verilebilmesi için ana ve babaya Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından kısa vadeli sigorta kolundan ölüm geliri bağlanması gerekmektedir.
Destek kavramı, gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi umulan bir bakım ilişkisini gösterir. Hukuki bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu amaçladığından hısımlık ilişkisine ya da Kanunun nafaka hakkındaki düzenlemelerine dayanmaz.
Eşi öldükten sonra yeniden evlenen davacı eşin destek gereksinimi evlendiği gün sona erdiğinden, destekten yoksun kalma tazminatının yeniden evlendiği güne kadar hesaplanması gerekir. Sonradan boşanmış olması desteğin yeniden devam edeceği anlamına gelmez.
Mahkemece davacı yararına destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat hükmolunmuştur. BOŞANMIŞ, YENİDEN EVLENMİŞ, YENİDEN EVLENİP BOŞANMIŞ EŞİN DURUMU, B.K.nun 47. maddesindeki aile kavramı içinde değildir. Bu itibarla manevi tazminata hükmolunması doğru görülmemiştir. Yine boşanan eşlerin birbirlerine B.K.nun 45. maddesi anlamında destek olmadıkları kabul edilerek maddi tazminat isteminin de reddedilmesi gerekir.
İşçinin gerçek zararının tespit edilebilmesi için, gerçek ücretin esas alınması koşuldur. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu amaçla gerçek zararın hüküm tarihine en yakın tarihteki verilere göre hesaplanması kabul edilmektedir. Söz konusu hesaplama yapılırken hüküm tarihine en yakın tarihte belli olan asgari ücretteki artış miktarı nazara alınarak işçinin gerçek zararının belirlenmesi gerekmektedir.
Hüküm tarihine en yakın tarihteki ücretlerin esas alınması mahkemenin vereceği ilk hükümle ilgili olup bu hükmün yeniden rapor alınmasını gerektirmeyen bir nedenle bozulması hâlinde yeni verilecek hüküm tarihini esas alan bir hesaplama yapılması gerekmeyecek ancak bozma nedeni tazminat hesabı için yeniden rapor alınmasını gerektiriyor ise bu takdirde alınacak raporda sonradan değişen ücretler esas alınarak önceki rapordaki miktarlar itibarıyla varsa usulî kazanılmış hak oluşturan durumlarında gözetilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığın 4857 S. Kanun'un 4. Md. Sayılan İstisnalar Arasında Olduğunun Anlaşılması Halinde Dava Tarihi İtibariyle Görevsiz Olan İş Mahkemesinin Sonraki Tarihte Yürürlüğe Giren Bir Düzenleme İle Görevli Hale Geldiğinin Anlaşılması Halinde Dahi Davaya İş Mahkemesinde Devam Edileceği
Dava, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasının asıl amacının, üçüncü kişilere verilecek zararların güvence altına alınmasıdır. O halde, araçta yolcu olarak bulunan oğlunun kaza sonucu ölümü sebebiyle davacının talep ettiği destekten yoksunluk tazminatından onun sorumluluğunu üstlenmiş zorunlu mali sorumluluk sigortacısının sorumlu tutulması mümkün olmadığından davacı tarafından açılan davanın reddine karar verilmesi gerekir.
Dava, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; şoförün tam kusuru ile gerçekleşen trafik kazasında, araçta yolcu olarak bulunan işletenin ölmesi üzerine mirasçılarının, davalı zorunlu mali sorumluluk sigortacısından, destekten yoksun kalma tazminatı isteyip isteyemeyecekleri noktasında toplanmaktadır. Davacıların, desteklerinin işleteni olduğu araçta, sürücünün tam kusuru sonucu meydana gelen trafik kazası sonucu, vefat etmiş olması nedeniyle, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla, zorunlu mali sorumluluk sigortacısını hasım göstererek dava açabileceğinin kabulü ile işin esasının incelenmiş olması hukuka uygundur.
Trafik kazasında vefat eden araç işleteni/sürücüsü tam kusurlu olsa bile ölenin mirasçıları destekten yoksun kalan sıfatıyla, desteğin kendi zorunlu mali sorumluluk sigortacısını hasım göstererek, destekten yoksun kalmaya dayalı tazminat isteminde bulunabilir..
“Davacının ölenin salt mirasçısı sıfatıyla değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla dava açtığı, ölüm nedeniyle doğrudan davacı üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacıya yansıtılamayacağı, dolayısıyla araç sürücüsünün tam kusurlu olması hâlinde, desteğinden yoksun kalan davacıyı etkilemeyeceğine, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları’na göre, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı davalı …, işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları teminat altına aldığına ve olayda işleten veya sürücü tam kusurlu olsalar bile, destekten yoksun kalan davacının da zarar gören üçüncü kişi konumunda bulunduğundan, davalı … şirketinin sorumlu olacağına karar vermek gerekir.”
Kıdem tazminatının hesabında tam yıl kavramının göz önüne alınması gerekir. İşçinin tam yıldan fazla istirahatli olduğu görülmektedir. Bu nedenle makul süreyi aşan istirahat süreleri kıdem süresinden sayılmaz.
Destekten yoksun kalma tazminatındaki destek kavramı, hukuki bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu amaçlar ve hısımlık veya nafaka gibi ilişkiye dayanmaz. Genel yaşam deneyimi ve hayatın olağan akışına göre tarafların yaşam düzeyi, sağlık ve sosyal durumlarına göre değişebilse de çocuğun anne veya babasına hiç destek olmayacağı kabul edilemeyeceği gibi desteğin mutlaka para veya maddi katkı olması gerekmeyip çeşitli hizmetler veya yardımlar ile de olabileceği gözetilmelidir.
Dairemiz uygulamalarına göre, hayatın olağan akışına göre bekar olarak ölen desteğin ileride evleneceği ve en az iki çocuk sahibi olacağı kabul edilerek, desteğin evleninceye kadar gelirinin yarısını kendi ihtiyaçları yarısını da anne ve babası için ayıracağı varsayılarak bu dönemde desteğe iki anne ve babaya birer pay vermek suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında evlenmeden önceki dönem için de anne ve babanın her birine %25 pay verilmesi gerektiği, desteğin ileride evlenmesi ile birlikte desteğe iki, eşe iki, anne ve babaya birer pay verilerek, yine desteğin tüm gelirinin oranlanarak anne ve babaya %16’şar pay ayrılması, desteğin bir çocuğunun olması durumunda iki pay desteğe, iki pay eşe, bir pay çocuğa ve birer pay anne ve babaya ayrılmak suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında anne ve baba için %14'er pay verilmesi daha sonra ikinci çocuğun doğacağı varsayılarak bu kez desteğe iki, eşe iki, çocukların her birine birer ve anne ve babaya birer pay verilerek desteğin tüm gelirine oranlanarak anne ve babaya %12,5’er pay verilmesinin uygun olacağı, daha sonra anne ve babadan yaşam tablosuna göre hangisi destekten çıkacaksa kalan kişiye diğerinin payının ilave edilerek destek tazminatlarının varsayımsal hesabının yapılması gerekeceği, Dairemizin yerleşik uygulaması gereğidir.
Türk Medeni Kanunu'nun 185. madde hükmü gereğince, anne-baba birlikte çocukların bakımından sorumludur, aynı Yasa'nın 327. maddesinde ise “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır” denilmektedir. Her baba ve annenin çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi (anne ve babadan birinin ya da her ikisinin çalışıp çalışmadığına ve hayatta olup olmadığına ilişkin ayrıksı durumlar da göz önüne alınarak) gerekmektedir.
Dairenin genel ilkelerine göre kural olarak; anne ve baba çalışıyorsa anne ve babadan ayrı ayrı %5'er, anne çalışmıyorsa, sadece babadan %5 oranında yetiştirme gideri düşülmesi gerekmektedir. Ancak somut olayda, davacı babanın 06/10/2019 tarihinde vefat etmiş olduğu anlaşılmakla, somut olayın özelliği gereği babanın vefatı sonrasında %5 oranında yetiştirme giderinden sağ kalan annenin sorumlu olmak durumunda kaldığı hususu aşikardır.
Dairenin genel ilkelerine göre kural olarak; anne ve baba çalışıyorsa anne ve babadan ayrı ayrı %5'er, anne çalışmıyorsa, sadece babadan %5 oranında yetiştirme gideri düşülmesi gerekmektedir. Ancak somut olayda, hükme esas alınan aktüer bilirkişi raporunda yetiştirme gideri yapılıp yapılmadığı belirsiz olup denetlenememektedir.
Eldeki davada, hükme esas alınan bilirkişi raporu yukarıda bahsi geçen ilke ve açıklamalar ve somut olayın özelliğine uygun olmayıp hüküm kurmaya elverişli değildir. Hakem Heyetince açıklanan yönler gözetilerek, küçüğe yapılacak bakım ve yetiştirme giderlerinin bilirkişiden alınacak ek rapor ile belirlenerek hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatından indirilerek karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma sonucu hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Trafik kazası sonucu ölen destek ölmeseydi ana ve babaya bakması muhtemeldir. Ancak bu hususta zarar hesabı yapılırken çocuğun çalışarak gelir elde etmeye başlayacağı yaş olan 18 yaşına gelmesi halinde ana ve babasına destek olacağı varsayılmalıdır.
Yine her baba ve annenin çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi gerekmektedir. Kaza tarihinde 14 yaşında olan desteğin ölümü sebebi ile annenin çalışıyor olması halinde hem anne hem de baba yönünden hesaplanacak tazminattan, asgari ücretin %5'i oranında, annenin çalışmayıp aile ekonomisine katkısının bulunmadığının tespiti halinde ise sadece baba yönünden hesaplanacak tazminattan asgari ücretin %5'i oranında yetiştirme giderinin indirilmesi gereklidir.
Her anne ve babanın çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi gerekmektedir. Somut olayda, mahkemece hükme esas alınan 05/06/2020 tarihli aktüer bilirkişi raporunda, desteğin kaza tarihinde 5 yaşında olduğu, anne ve babasına destek olacağı kabul edilmiş, ancak davacı anne ve babadan yetiştirme gideri tenzil edilmemiştir. Oysa, 5 yaşındaki desteğin 18 yaşında kazanç elde etmeye başlayacağı, davacı anne ve babanın yetiştirme gideri yapacağı kabul edilmelidir.
Türk Medeni Kanunu'nun 185. madde hükmü gereğince, anne-baba birlikte çocukların bakımından sorumludur, aynı Kanun'un 327. maddesinde ise “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır” denilmektedir. Her baba ve annenin çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi (anne ve babadan birinin ya da her ikisinin hayatta olup olmadığına ilişkin ayrıksı durumlar da göz önüne alınarak) gerekmektedir.
Buna göre tazminat bilirkişisinden, davacının kaza tarihindeki yaşı esas alınarak TRH 2010 tablosuna göre bakiye ömrünün belirlenmesi yönünden davalının itirazlarını da karşılar nitelikte ek rapor alınarak (temyiz edenin sıfatına göre kazanılmış haklar da dikkate alınmak kaydı ile) hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Davalı Bakanlık harçtan muaf olmasına rağmen, hükümde harçlardan sorumlu tutulması isabetsiz olduğundan, davalı Bakanlık'ın bu yöndeki istinaf başvurusu yerinde görülmüştür. Açıklanan nedenlerle, davalı … Yemek...Ltd. Şti.'nin istinaf başvurusunun HMK'nın .. maddesi uyarınca esastan reddine; davalı Bakanlık'ın istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile yargılamada eksiklik bulunmadığından ve yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç olmadığından, HMK'nın … maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Desteğin ölümünden önce boşanmış olması itibariyle, destek tazminatı talep edecek eşi bulunmayan ve babası da daha önce ölen desteğin ölümüyle birlikte geride davacı çocukları ile annesi kalmıştır. Hükme esas alınan Bilirkişi raporunda ise, çocuk ... ... 'un 22 veya 25 yaşına kadar destekten yararlanmasına göre yapılan 2 ihtimalli hesaplamada da; anne ... 'nin, gerek çocukların destek süresince; gerekse çocukların destekten çıkmasından sonra destek payı artacak şekilde; destekle eşit oranda pay alacağı kabul edilerek hesaplama yapılması hatalıdır.
Mahkemece, Şoförler Odası gibi meslek kuruluşlarından sarfedilecek ulaşım gideri konusunda gerekli araştırmalar da yapıldıktan sonra doktor bilirkişiden dava konusu kaza nedeniyle meydana gelen yaralanmanın niteliği ve yapılan tedaviler göz önüne alınarak, bu tür yaralanmalarda yapılacak olan belgelendirilmeyen tedavi giderleri hakkında denetime elverişli, ayrıntılı, gerekçeli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Destekten Yoksun Kalma Tazminatına Hükmedilmesinin Şartlarından Biri, Ölenin Davacılara Destek Olduğunun veya olabileceğinin gerçekleşmesidir. Diğer deyişle destek kavramı gerçekleşmiş veya ilerde gerçekleşmesi umulan bir bakım münasebetini zorunlu kılar. Genel olarak bir kimse ancak ölümden önce bakmakta olduğu veya sağ kalsaydı kuvvetli bir ihtimalle ilerde bakacağı anlaşılan kişilerin desteğidir.
Medeni Kanun uyarınca evlilik bağı kurulmasa bile, karı koca diye birleşen, bu amaç ve duygu ile yaşamlarını sürdüren kadınlar için bakım yükümlülüğünü yerine getiren erkeğin destek sayılması gerektiği, doktrinde ve Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamalarında kabul edilmiş bir olgudur. BK.nun 45. maddesinde de belirtildiği üzere "destek" kavramı hukuki bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu içerir. Medeni Kanun uyarınca evlilik bağı kurulmasa dahi, fiili evlilik birliğiyle murise bağlı olan davacının tazminat taleplerinin, gayri resmi evliliklere yasal hak tanınmayacağı gerekçesiyle reddi hatalıdır.
Yerleşmiş içtihatlara göre, bedelsiz olarak başkasının bakımını sağlayan ya da ona yardım eden kimse destek sayılmıştır. Destek, yalnız başkasına yaşamak için gerekli ihtiyaçları sağlayan ya da bunların temini için para veren kimse değildir. Bu hizmetleri görmek suretiyle çalışmasını doğrudan doğruya başkalarına tahsis eden kimse de destek sayılacağından, yalnızca ev işlerini gören bir kadın da kocasının desteği sayılabilir. Trafik kazasında ölen desteğin 1932 doğumlu olması, onun destek olamayacağına gerekçe olamaz.
Bakım ihtiyacı ise, davacının zaruret ve safalet haline düşmesini değil, sosyal seviyesine uygun olan hayat tarzını devam ettirmek için gerekli imkanlardan yoksun kalmasına ifade eder
Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. “Destek” kavramının yalnızca parasal katkı şeklinde anlaşılması gerekmez. Yaşlılık veya hastalıkta ya da ihtiyaç duyulan diğer durumlarda yapılan ev işleri, bakım gibi hizmet ve yardımlar da destek kavramı içerisinde sayılır. 79 yaşında ölen desteğin olay tarihinde gelir getiren bir işte çalıştığı ispatlanamasa bile yukarıda belirtilen şekilde eşine vereceği desteğin asgari ücret üzerinden hesaplanması gerekir.
Genel yaşam deneyimleri ve hayatın olağan akışı, yetişkin bir insanın anne ve babasına her halükarda ve belirli bir düzeyde destek olacağını gösterir. Bu desteğin miktarı, tarafların yaşam düzeyi, sağlık, sosyal ve ekonomik durumları ile orantılı olarak miktar bakımından değişebilir, ancak, çocuğun hiç destek olamayacağı kabul edilemez. Destek, mutlaka para veya maddi katkı şeklinde olmayabilir. Çeşitli hizmet ve yardımlarla da destek olunabilir. Anne ve babanın varlıklı olmaları, çocukların desteğine ihtiyaç duymadıkları veya ileride duymayacakları sonucunu da doğurmaz. Bu nedenle, onyedi yaşındaki oğlunu kaybeden davacı babanın çalışıp gelir elde etmesi, yararına destek tazminatına hükmedilmesine engel değildir.
Dava nitelikçe Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından karşılanmayan maddi zararın giderilmesi istemine ilişkin olduğundan haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Kurum tarafından hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin belirlenen tazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay'ın yerleşmiş görüşlerindendir. Bu bakımından davanın niteliği gözetilerek öncelikle hak sahiplerine SGK tarafından iş kazası nedeniyle gelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılması gelir bağlanmış ise bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin tazminattan düşülmesi gelir bağlanmamış ise bu yön hak sahibinin tazminat hakkını doğrudan etkileyeceğinden hak sahibine gelir bağlanması için SGK Başkanlığına karşı dava açması için önel verilmesinde yasal zorunluluk bulunmaktadır.
Dava, trafik kazasındaki ölümden kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı talebine ilişkindir. Mahkemece ölen Fatih'in, anne, baba ve küçük kardeşi İsmail'e destek olup olmadığı yönünden davacı anne-babanın sosyal ve ekonomik durumlarının tespiti bakımından yapılan araştırmada, annenin arsaları ve üç katlı evinin bulunduğu, bu evlerden birinde eşiyle ve küçük İsmail ile yaşadıkları, diğer bir katta da ölenin eşi ve çocuğuyla birlikte yaşadığı, babanın ise emekli maaşı aldığı ve arsasının olduğu, iş bulduğunda inşaatlarda çalıştığı, ölenden başka destek olabilecek başka reşit kardeş de bulunduğu anlaşılmış, tanık beyanlarından da ölenin eşi ve çocuğuyla annesinin evinde bir alt katta oturdukları, anne ve babasının evinde yemek yedikleri, elektrik-su faturalarının dahi baba Sena tarafından ödendiği ifade edilmiş olduğu halde, ölenin anne, baba ve küçük kardeş İsmail'e desteklik durumu olmadığı anlaşılmasına göre bu davacılar hakkında destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi isabetli görülmemiştir.