Anne ev Babaya Gelir Bağlanmasının Koşulları

Rücu Hakkı: İlk Peşin Değerli Gelir ile Fiili Ödemelerin Karşılaştırılması

Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26.maddesi olup, Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkı niteliği gereği, hak sahiplerine bağlanan gelirler fiili ödemeye dönüşmüş ise, ilk peşin değerli gelir ile fiili ödemeler karşılaştırıldığında, ilk peşin değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarının kusur karşılığından düşük ise, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarının kusur karşılığı, ilk peşin değerin kusur karşılığından düşük ise o taktirde de fiili ödeme miktarının esas alınması gerekmektedir.


İş Kazası Sonucu Ölen Sigortalının Hak Sahiplerine Bağlanan Gelirler ve Yapılan Cenaze Giderlerinden Oluşan Sosyal Sigorta Yardımlarının Rücu Yoluyla Tahsili

506 sayılı Yasanın 26. maddesine yönelik Anayasa Mahkemesinin iptal tararı ile birlikte, sigortalı ve/ya hak sahibine bağlanan gelirin fiili ödemeye dönüşmesi halinde; Kurumun talep edebileceği miktar, ilk peşin değerin kusur karşılığı fiili ödeme miktarından düşük ise ilk peşin değere göre; fiili ödeme miktarı ilk peşin değerden düşük ise fiili ödeme miktarı dikkate alınarak belirlenecektir.


Hak Sahiplerinin Gelirlerinin Fiili Ödemeye Dönüşmesi Durumunda Rücu Hakkının Değerlendirilmesi

Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, hak sahiplerine bağlanan gelirler fiili ödemeye dönüşmüş ise, ilk peşin değerli gelir ile fiili ödemeler karşılaştırıldığında, ilk peşin sermaye değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarının kusur karşılığından düşük ise o takdirde, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarının kusur karşılığı, ilk peşin değerin kusur karşılığından düşük ise o taktirde de fiili ödeme miktarı esas alınması gerekmektedir.


Sanığın Beyanları ile Haksız Tahrik Hükümlerinin Uygulanması Gerektiği

Amacı, maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı demokratik bir rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde olması gereken, öğreti ve uygulamada da; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda herhangi bir kuşku belirmesi halinde de geçerlidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılıp diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır.


İşyeri Devri ve Sözleşme Devri Arasındaki Farkın Belirlenmesi ve Sorumluluk

Davacı işçi, alt işveren statüsünde olduğu şirketin işyeri devri mi yoksa sözleşme devri mi yaşandığını tespit etmek üzere dava açmıştır. Yargıtay, yerel mahkemenin işyeri devri ile sözleşme devri arasındaki farkı dikkate almadan karar vermiş ve bu nedenle davanın yeniden incelenmesi gerektiğine hükmetmiştir. İşyeri devrinde işçinin rızası olmadan sorumluluk devam ederken, sözleşme devrinde tarafların iradesi belirleyicidir.


Taşınmazı satış vaadi sözleşmesi ile iktisap eden kişi ihtiyaç sebebi ile tahliye davası açamaz.

Davacı taşınmazı satış vaadi sözleşmesi ile iktisap ettiğini bildirmiş ise de henüz tapuda davacı adına bir intikal yapılmamıştır. Satış vaadi sözleşmesi mülkiyeti intikal ettiren bir işlem olmadığından davacıya 6570 sayılı yasaya dayanarak yeni malik sıfatı ile dava açma hakkını kazandırmaz. Bu sebeple davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde tahliye kararı verilmesi hatalı olmuştur.


Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi İle İhtiyaç Sebebi İle Tahliye Davası

İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi, henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.


Ücretsiz İzin Kayıtlarını Davacı İmzası ile İkrar Eden Belge Olmadıkça İşçiyi Bağlamaz ama Çalışma Saatleri Yönünden Bağlar.

Tanıkların sadece davacı ile birlikte çalıştıkları süre için çalışma saat ve günlerini bilebileceği, buna göre hesaplamanın tanığın çalışma süresi ile sınırlı olmak üzere yapılması ve Mahkemece bu süreye göre hüküm kurulması,

İlgili aya ait sunulan imzalı bordroda 25 gün üzerinden tahakkuk yapılmış, aynı döneme ait imzalı puantajda da 25 gün üzerinden bildirim yapılarak, eksik günler 21 numarasıyla işlenmiştir. Buna göre tüm kayıtlar getirtilip ücretsiz izinde geçen süreler tespit edilmeli ve bu günler hizmet süresinden dışlanmalıdır.


Avukatın Temyiz Süresini Kaçırması, Hükmün Sanığa Tebliğ Edilmemesi

Mahkemece kurulan hükmün sanık Serdal B.’un yokluğunda, atanan müdafii huzurunda verilip sanık Serdal'a tebliğ edilmediği gibi sanık müdafiince de hükmün temyiz olunmadığı görülmekle, CMK. nun 151 ve 156. madde hükümleri gereği kararın sanık Serdal B.'a tebliği ve alınacak tebligat parçası ile verdiği takdirde temyiz dilekçesi de eklenip birlikte gönderilmesinin temini sağlanmalıdır.


Hükmün Sanığa Tebliğ Edilmemesi ve Adil Yargılanma Hakkı

Ceza muhakemesinde müdafi savunduğu kişiyi temsil etmemekte, kamusal bir yargılama makamı olarak kişinin savunmasına destek sağlamaktadır. Buna göre şüpheli/sanık ile müdafi ilişkisinin temsil kavramıyla açıklanması olanaklı değildir. Buradaki ilişki temsil ilişkisi olmayıp, işleyişi kamu hukuku kurallarıyla düzenlenmiş bağımsız bir görev ilişkisidir. Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 13. maddesi ve CMK’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin son cümlesi ile CMK’nın 35. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeler ve müdafi ile vekil arasındaki farklılıklar da gözetildiğinde; sanığın ve müdafisinin yokluğunda verilen hükmün müdafiden başka, kamu davasının tarafı, süjesi, cezanın sorumlusu kısacası ilgilisi olan sanığa da ayrıca tebliğ edilmesi gerekmektedir. Burada yapılan tebliğin, kararın içeriği hakkında bilgi sahibi olmayı ve müdafinin kusurlu davranışı ile kanun yolu başvuru süresini geçirmiş olması halinde eski hale getirme imkanının bulunup bulunmadığının incelenerek koşullarının bulunması halinde eski hale getirme talebinde bulunma imkanı amacı taşıdığından kanun yollarına başvuru süresinin müdafiye yapılan tebligat ile başladığı kabul edilmelidir. Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığın itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Dairenin temyiz isteminin reddine dair kararının kaldırılmasına ve Bölge Adliye Mahkemesi Kararının sanığa; Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin son cümlesi ve CMK’nın 35/2. maddeleri uyarınca tebliğinin yapılması için mahalline gönderilmek üzere tevdi edilmesine karar verilmelidir.


Avukata posta yolu ile yapılan tebligat geçersizdir.

Yasal düzenlemelere göre; tebligat yapılan kişinin avukat olduğu nazara alındığında, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 7/a maddesinin birinci fıkrası tebligatın elektronik yolla yapılmasını zorunlu olup Elektronik tebligat adresi olan avukata posta yolu ile yapılan tebligat geçersizdir.


Adli Yargıdaki İlamlar İçin İdareye Başvuru Zorunlu Mudur?

2577 sayılı Yasanın 1. maddesi uyarınca; "Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, idare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabi ..." olup, bu nedenle İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28/2. maddesindeki bu değişikliğin adli yargı mahkemeleri tarafından verilen ilamların infazında uygulanma olanağı bulunmamaktadır.