Yargıtay Kararları

Süre Uzatım Talebinin Kabul Kararı Tebliğ Edilmedikçe Cevap Süresi İşlemeye Başlamaz.

Süre Uzatım Talebi Hakkında Davalı Tarafa Usulünce Tebliğ Olunmuş Bir Süre Uzatım Kararı Yoksa, Davalının Davaya Cevap Verme Süresinin Başlamaz - Yargılama Sırasında Hangi Tarihte Olursa Olsun Sonradan Sunulan Cevap Dilekçesinin de Süresinde Olduğu Kabul Edilmelidir.


Süre uzatım talebi hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmemişse davaya cevap verme süresi başlamaz.

Davacı kadının dava dilekçesinin diğer tarafa tebliği üzerine davalı erkek tarafından süresinde cevap dilekçesi sunulmak üzere süre uzatım talebinde bulunulmuş; mahkemece süre uzatım talebini içeren dilekçenin üzerine atılan paraf ile karşı tarafa tebliğine karar verilmiş ancak süre uzatım talebi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiştir. Dava devam ederken, karşı tarafa tebliğ edilen bu beyana karşı davacı kadın tarafından bir cevap verilmiş ve bu cevap dilekçesi davalı tarafa tebliğ edilmeden önce davalı erkek tarafından 12.02.2015 havale tarihli cevap dilekçesi sunulmuş, davalı tarafça dosyaya ibraz olunan bu beyan dilekçesinin erkek tarafından davaya sunulmuş cevap dilekçesi olduğunun kabulü zorunlu hale gelmiştir.


Süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen taraf yasal süre geçtikten sonra delil bildiremez.

Bu durumda; dava dilekçesinin davalıya 31.05.2012 tarihinde usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilmesinden sonra süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmediğinden savunmanın dayanağı olarak süresinde ileri sürülen bir delil (HMK. M. 129/1-e) bulunmadığından yerel mahkemenin davalıya delil göstermesi için süre vermesine yasal olarak imkân bulunmadığının kabulü gerekir.


Uyaptan Öğrenmesine Şeklindeki Ara Karar Yasal Değildir.

Davacı Vekilinin Duruşma Gününü Uyaptan Öğrenmesine Şeklindeki Ara Karar Yasal Olmayıp Gider Avansından Tebligat Masrafı Alınarak Davacı Vekiline Usulüne Uygun Tebligat Yapılarak Ya Da Uyap Üzerinden Davacı Vekiline Duruşma Günü Bildirilerek Davaya Katılımına Olanak Sağlanıp Sonucuna Göre Hüküm Kurulması Gerekir

 


SGK Tedavi Giderleri Talebinde Davalıların Kusurları Oranında Müştereken ve Müteselsilen Sorumluluğu

Davacı Kurum tarafından sigortalıya 25.462,34 TL hastane masrafı yapıldığı, davalıların kusurları oranında Kurumun rücu hakkının bulunduğu, toplam %70 kusurlarına isabet eden oranda davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları, Mahkemece de kararın gerekçesinde bu hususun kabul edilmiş olması karşısında kusur karşılığı 17.823,64 TL tedavi giderinin tahsiline karar verilmesi gerekirken, toplamda 2.326,84 TL’ye hükmedilmek suretiyle eksik tedavi giderinin hüküm altına alınmış olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.


Anayasa Mahkemesi Kararının Etkisi Altında Rücu Davalarında Gelir Artışlarının İstenememesi"

Anayasa Mahkemesinin 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 23.11.2006 gün ve E: 2003/10, K: 2006/106 sayılı Kararı ile 26. maddedeki “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere...” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir. 26. maddedeki anılan cümlenin iptali ile Kurumun rücu hakkının yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı yada hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, rücu davasında, ilk peşin değerli gelirin tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarla sınırlı şekilde hüküm kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinde, açıkça gelirlerde meydana gelen artışların istenemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. HGK.19.03.2008 gün ve 2008/10-254E.-2008/266 K. sayılı Kararı da bu yöndedir.


Hak Sahiplerinin Gelirlerinin Fiili Ödemeye Dönüşmesi Durumunda Rücu Hakkının Değerlendirilmesi

Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, hak sahiplerine bağlanan gelirler fiili ödemeye dönüşmüş ise, ilk peşin değerli gelir ile fiili ödemeler karşılaştırıldığında, ilk peşin sermaye değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarının kusur karşılığından düşük ise o takdirde, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarının kusur karşılığı, ilk peşin değerin kusur karşılığından düşük ise o taktirde de fiili ödeme miktarı esas alınması gerekmektedir.


İş Kazası Sonucu Ölen Sigortalının Hak Sahiplerine Bağlanan Gelirler ve Yapılan Cenaze Giderlerinden Oluşan Sosyal Sigorta Yardımlarının Rücu Yoluyla Tahsili

506 sayılı Yasanın 26. maddesine yönelik Anayasa Mahkemesinin iptal tararı ile birlikte, sigortalı ve/ya hak sahibine bağlanan gelirin fiili ödemeye dönüşmesi halinde; Kurumun talep edebileceği miktar, ilk peşin değerin kusur karşılığı fiili ödeme miktarından düşük ise ilk peşin değere göre; fiili ödeme miktarı ilk peşin değerden düşük ise fiili ödeme miktarı dikkate alınarak belirlenecektir.


Rücu Hakkı: İlk Peşin Değerli Gelir ile Fiili Ödemelerin Karşılaştırılması

Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26.maddesi olup, Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkı niteliği gereği, hak sahiplerine bağlanan gelirler fiili ödemeye dönüşmüş ise, ilk peşin değerli gelir ile fiili ödemeler karşılaştırıldığında, ilk peşin değerli gelirin kusur karşılığı, fiili ödeme miktarının kusur karşılığından düşük ise, ilk peşin sermaye değerine itibar edilmesi; aksine, fiili ödeme miktarının kusur karşılığı, ilk peşin değerin kusur karşılığından düşük ise o taktirde de fiili ödeme miktarının esas alınması gerekmektedir.


Rücu Davalarında Gelir Artışlarının İstenemeyeceği Sadece İlk PSD Düşülebileceği

Bu nedenle. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. HGK 19.03 2008 gün ve 2008/ 10-254E.-2008/266 K. sayılı kararı da bu yöndedir.


Sanığın Beyanları ile Haksız Tahrik Hükümlerinin Uygulanması Gerektiği

Amacı, maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı demokratik bir rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde olması gereken, öğreti ve uygulamada da; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda herhangi bir kuşku belirmesi halinde de geçerlidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılıp diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır.


İşyeri Devri ve Sözleşme Devri Arasındaki Farkın Belirlenmesi ve Sorumluluk

Davacı işçi, alt işveren statüsünde olduğu şirketin işyeri devri mi yoksa sözleşme devri mi yaşandığını tespit etmek üzere dava açmıştır. Yargıtay, yerel mahkemenin işyeri devri ile sözleşme devri arasındaki farkı dikkate almadan karar vermiş ve bu nedenle davanın yeniden incelenmesi gerektiğine hükmetmiştir. İşyeri devrinde işçinin rızası olmadan sorumluluk devam ederken, sözleşme devrinde tarafların iradesi belirleyicidir.