Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2011/1-175 E. ,
2011/210 K.
Tebliğname: 2011/177784
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi : Manisa 1. Ağır Ceza
Günü : 08.03.2011
Ceza Genel Kurulu 2011/1-175 E. , 2011/210 K.
Kasten Öldürme suçundan sanık Y... K...’in, 5237 sayılı TCY’nın 81/1, 53/1, 54 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, zoralıma, mahsuba ve tutukluluk halinin devamına ilişkin, Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.11.2007 gün ve 248–536 sayılı re’sen temyize tabi olan hükmün, Cumhuriyet savcısı, sanık Y. K.müdafii ve katılanlar vekili tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 08.12.2010 gün ve 5360–7872 sayı ile;
“Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Y... K...’in öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, takdiri cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanık S... Z.... D.... hakkında elde edilen delillerin hükümlülüğe yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedeni dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık Y.... müdafiinin TCK’nun 25 ve 27. maddelerinin şartlarının varlığına ilişen, Cumhuriyet savcısının ve müdahiller vekilinin sanık S....yönünden sübuta, sanık Y... için suç vasfına yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle;
…2- Sanık Y.... hakkında öldürme suçundan kurulan hüküm yönünden;
Maktulün, sanığın yanında ve annesinin yokluğunda annesine küfür etmesi üzerine sanığın balta ile maktulün kafasına vurarak öldürdüğü olayda; 5237 sayılı TCK’nun haksız tahrike ilişkin 29. maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 08.03.2011 gün ve 8–61 sayı ile;
“...Sanık Y..., balta ile maktule vurduğunu kabul etmiş, sakladığını söylediği yerden çıkarılan ceset üzerinde yapılan otopsi neticesi maktulde sanığın tarif ettiği aletle yapılmış travmalar belirlenerek sanığın müsnet suçu işlediği yönündeki beyanı bu raporlar ile de doğrulandığından, kasten üvey babasını öldürdüğü kabul edilmiştir.
Sanık ile maktul arasında olay öncesi yaşananlar hakkında sanığın beyanları dışında başka delil elde edilememiş ise de sanığın kendisini daha fazla cezadan kurtarma gayreti içerisinde olacağı ve maktulü başına gelenleri hak etmiş bir durumda göstermek isteyeceği unutulmamalı, sanığın maktul ile yaşadıklarına dair sözlerin, her ikisinin sosyal ve ekonomik hayatı ve ilişkileri ile uyumlu ve hayatın olağan akışına aykırı düşmemesi gerekmektedir. Nitekim kasten adam öldürmenin cezası müebbet hapis iken, tahrik hükümleri uygulandığında verilecek azami ceza onsekiz yıl hapis olup her iki cezanın infazı arasındaki uçurum dikkate alındığında ceza adaletini sağlama yönünden sanığın gerçekten tahrik altında adam öldürüp öldürmediğinin ortaya konulması icap eder. Sanığın başka muhtemel sebepleri olma ihtimali yanında sadece soyut iddiaları ile annesine yapılan küfre maruz kalmasından kaynaklanan tahrikin varlığının kabulü adalet prensipleriyle bağdaştırılamaz.
Tanık Y... Z...’in beyanına göre sanık, üvey babasının annesi hakkında küfürlü konuştuğunu ve bıçakla üzerine saldırdığını belirtmiştir. Tanık N... Z...; kızı S...’in kendisine; H...’in Y...’a, ‘anneni satacağım, arsaları geri alacağım’ demesi üzerine kavga ettiklerini söylediğini belirtmiştir. S... de beyanında ikinci ifadeyi doğrulamıştır. Bu iki beyan arasındaki çelişki dikkat çekmektedir. Sanık Y..., maktul ile aralarında kendisinin iş bulup çalışması yönünde tartışma çıktığını, maktulün ‘zaten bir işe yaramıyorsunuz, annen orospu, onu satacağım’ diyerek bıçakla üzerine yürüdüğünü belirtmektedir. Maktulün dosya kapsamından belirlenen sosyal hayatı ve kişiliği dikkate alındığında eşine bu hakaretleri yapabilecek bir kişilikte olmadığı düşünülmektedir. Üstelik maktul olaydan bir hafta önce eşiyle resmi nikâh kıymıştır. Eşi ile ilgili düşünceleri son bir haftada değişmiş olamayacağına göre orospu olarak nitelediği biri ile nikâh kıyması hiçbir mantıkla bağdaştırılamaz. Kaldı ki çevresinde hoca olarak tanınan maktulün eşine kötü muamelede bulunmadığı, S...’in beyanları ile de sabittir.
Sanık, maktulün küfrün yanı sıra bıçakla üzerine yürüdüğünden de bahsetmektedir. Üstelik bunu ispat için bir bıçak ortaya çıkarmış ve teslim etmiştir. 53 yaşındaki maktulün 20 yaşındaki sanığın üzerine bıçakla yürümesi mantık dışı olduğu gibi, maktulün yaşam tarzı ile de izah edilemez. Yargıtay sırf sanığın ifadesine dayanarak maktulü annesine küfür etmesinden kaynaklanan tahrik ile öldürdüğünü kabul etmektedir. Oysa sanığın ifadesinde küfrün yanı sıra üzerine bıçakla yürüdüğü beyanı da mevcuttur. O halde hangi sebeple sanığın savunması bölünerek bir kısmına itibar edilmiş, diğer bölümü atlanmıştır. Eğer savunmaya itibar edilecekse olayın akabinde yaşanması mümkün bıçakla saldırı olayının da kabulü zorunlu olacaktır ki, bu durumda tahrikin derecesi de değişebilecektir. Ancak Yargıtay sanığın maktulün bıçakla üzerine yürüdüğüne dair beyanına itibar etmemiş, küfürle ilgili beyanını esas almıştır. Kanaatimizce sanığın ifadesi tamamen daha ağır cezadan kurtulmaya yöneliktir. Belirtildiği şekilde maktul ile eşi S..arasında hiç bir problem yoktur. Bilakis olaydan bir hafta önce resmi nikâh kıyan maktul, samimiyet ve iyi niyetini ortaya koymuştur. Maktul ile sanık arasında S.... ile ilgili bir münakaşa yaşanması için bir sebep de yoktur. Münakaşanın kaynağı sanığın da belirttiği gibi sanığın bir işe girmemesi ve çalışmamasıdır. İşsiz güçsüz olan ve maktulden geçinen yirmi yaşındaki sanığın, bu haliyle başlayan tartışmanın Selver’e uzanması için bir sebep yoktur. Sanığın maktulün kendisine çalışması gerektiğine dair söylediği sözlerden etkilendiği açıktır. Belki tartışma sanığın artık çalışmaya başlaması ve ayrı bir evde yaşamasına kadar gitmiştir. Selver, sanığın annesi olduğu gibi maktulün de eşidir. Maktulün, S.... hakkında söylediği bir sözün sanığı öldürmeye ittiği kabul edildiğinde sanığın kendisi hakkında çalışmasıyla ilgili söylenmiş olabileceği sözlerin de aynı etkiyi doğurabileceği unutulmamalıdır. Daha önce hiçbir kavga ve tartışma yaşandığı dosyaya yansımamıştır. Maktulün olumlu sosyal yaşantısı ve iyi niyeti dikkate alındığında, sanığın ölümünü garantiye alacak şekilde çok sayıda vurması sadece annesine küfretmesiyle açıklanamaz. Kendisini evden kovması ihtimali ve öldüğünde malından mülkünden istifade düşüncesi akla gelecek sebeplerdendir. Bu yüzden maktulden kaynaklanan tahrikin varlığı sabit görülmemiş eski hükümde direnilerek hüküm kurulmuştur” gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.
Re’sen temyize tabi olan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istemli, 16.06.2011 gün ve 177784 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık S... D.... Hakkındaki beraat kararı, Özel Dairece onanarak kesinleşmiş bulunduğundan, direnme hükmünün kapsamına göre inceleme, sanık Y... K...hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Maktül H... D... ’in sanık Y... K... tarafından öldürüldüğü konusunda Özel Daire ile yerel mahkeme arasında bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya içeriği itibariyle de bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Sanık hakkında tahrik hükümlerinin uygulanmamasının isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanığın olay gecesi, tartıştığını ve yokluğunda annesine hakaret ettiğini ileri sürdüğü üvey babasını balta ile alın bölgesine vurmak suretiyle öldürdüğü, cesedini bir çuvala koyarak traktörle götürüp sulama kanalına attığı ve dedesinin evinde bulunan annesinin yanına gittiği, ertesi gün maktulden haber alınamaması nedeniyle annesinin başvurusu üzerine olayın jandarmaya intikal ettiği, aradan yirmisekiz gün geçtikten sonra pişmanlık duyan sanığın önce annesi ile konuştuğu, daha sonra suçunu itiraf ederek dayısı ile birlikte gidip teslim olduğu, cesedi koyduğu çuvalı atmış olduğu yeri kolluk görevlilerine göstermesi üzerine maktule ait cesedin sulama kanalının içerisinden çıkarıldığı,
Görgü tanığı bulunmayan olayın bu şekilde ortaya çıktığı,
Sanığın tüm aşamalarda ısrarla ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde, olay gecesi tartıştığı üvey babasının annesine küfrettiğini ve bıçakla üzerine yürüdüğünü, bu nedenle balta ile vurmak suretiyle kendisini öldürdüğünü beyan ettiği,
23.02.2007 tarihli olay yeri tespit ve ölü muayene tutanağına göre;
“Daha önce kaybolan bir kişinin, üvey oğlu tarafından öldürülerek mahalle altından geçen bir kanala atıldığının bildirilmesi üzerine olay yerine gelindiğinde kolluk tarafından cesedin kanalın içerisinden çıkarıldığının görüldüğü,
Yapılan ölü muayenesi sonucu; cesedin yüz kısmının yassılaşarak deforme olduğu, alt ve üst çenenin kırık, dişlerinin bir kısmının çıkmış, bir kısmının yerinde sallanır vaziyette, burnun kırık ve çökük olduğu, alında çökme ve kafatasında yaygın çökme kırıkları bulunduğu, göğsün ön kısmında yaygın hiperemi, sulu cilt kanaması ve cilt sıyrığı olduğu, el ve ayaklarda yaygın sabunlaşma görüntüsü, uyluk ve bacaklarda yaygın veziküllü hiperemik görüntü bulunduğu, vücudun diğer kısımlarında cildin yer yer sıyrılmaya yüz tuttuğu, karın bölgesinin yeşil mavi arası bir renk görüntüsü aldığı, başka yerinde kesici, delici, ateşli silah yarasına rastlanılmadığı, gelen koku, ciltteki dökülme ve dış görünüşe göre ölümün üç dört haftalık olduğu,”
Adli Tıp Kurumu İzmir Grup Başkanlığının 25.02.2007 tarihli raporunda;
“...İncelenen ölü muayene tutanağı, yapılan dış muayene ve otopsi bulgularına göre kanında 0,46 promil etil alkol bulunan, aranan diğer uyutucu ve uyuşturucu maddeler ile iç organlarında toksik maddelerden hiçbirisi bulunmayan şahsın kafa travmasına bağlı kafatası kemikleri kırığı ile beyin zarı kanamasından öldüğü”nün belirtildiği,
Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulunun 23.07.2007 tarihli raporunda;
“...Cesette tespit edilen 0,46 promil etil alkolün, cesedin çürüme sürecinde vücutta doğal olarak oluşabilecek düzeyde olduğu, çevrenin etkisiyle oluşmasının beklenmediği, etil alkolün koklatılmak suretiyle uyutucu ve uyuşturucu etkisinin bulunmadığı, alkolün etkisinin kişisel farklılıklar gösterdiği, ancak saptanan düzeydeki alkolün uyutucu ve uyuşturucu etkisinin beklenmediği” tespitinin yapıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Haksız tahrik, 5237 sayılı TCY’nın 29. maddesinde;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenmiştir.
5237 sayılı Yasada tahrikle ilgili olarak, 765 sayılı TCY’nda yer alan ağır tahrik - hafif tahrik ayırımına son verilmiş ve tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilmesi ve sanığın iradesi üzerindeki etkisi göz önüne alınarak maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik; kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu halde fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında meydana getirdiği karışıklığın bir sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan bir nedendir. Başka bir anlatımla haksız tahrik halinde failin iradesi üzerinde bir zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır.
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan bir fiil bulunmalı,
b) Bu fiil haksız olmalı,
c) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
d) Failin işlediği suç, bu ruhi durumun tepkisi olmalı,
f) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile Özel Dairelerce duraksamasız olarak sürdürülen uygulamaya göre failin, ilk haksız hareketin mağdur veya maktulden kaynaklandığına ilişkin savunmasının aksinin kanıtlanamaması halinde “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi uyarınca sanık yararına haksız tahrik hükümleri uygulanmalıdır.
Amacı, maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı demokratik bir rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde olması gereken, öğreti ve uygulamada da; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda herhangi bir kuşku belirmesi halinde de geçerlidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılıp diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın olay gecesi, tartıştığını ve annesine hakaret ettiğini ileri sürdüğü üvey babasını balta ile alın bölgesine vurmak suretiyle öldürdüğü ve cesedi çuvala koyarak traktörle götürüp sulama kanalına attığı, aradan yirmisekiz gün geçtikten sonra pişmanlık duyduğu, önce annesi ile konuşarak suçunu itiraf ettiği, daha sonra dayısı ile birlikte gidip teslim olduğu ve cesedi koyduğu çuvalı atmış olduğu yeri görevlilere göstermesi üzerine maktule ait cesedin sulama kanalının içerisinden çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Sanık tüm aşamalarda ısrarla, duraksamaya yer vermeyecek ve birbiriyle uyumlu olacak şekilde, olay gecesi tartıştığı üvey babasının annesine küfrettiğini ve bıçakla üzerine yürüdüğünü, bu nedenle balta ile vurmak suretiyle kendisini öldürdüğünü beyan etmiş, hakkındaki beraat hükmü kesinleşen sanığın annesi S... D... İle dayısı Y... Z... de sanığın olayı kendilerine bu şekilde anlattığını belirtmişlerdir.
Sanığın ikrarı ve yer göstermesi ile ortaya çıkan ve meydana geliş şekline yönelik olarak savunma dışında görgü tanığı veya başkaca bir delil elde edilemeyen olayda, maktulü öldürdüğüne ilişkin beyanlarına itibar edilip, üvey babası olan maktulün, aralarında meydana gelen tartışma esnasında annesine hakaret ettiğine, bu nedenle bir anlık öfkeyle kendisini öldürdüğüne yönelik savunmasına değer verilmemesinin, “ikrarın bölünemezliği” ilkesi ile yukarıda ayrıntısına yer verilen “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesine aykırı olacağı açıktır.
Aksi kanıtlanamayan savunmalar doğrultusunda olay bütünlüğü ve karşılıklı davranışlar zinciri dikkate alındığında, sanığın herhangi bir olumsuz davranışı bulunmamasına karşın maktulün, yaşanan tartışma esnasında sanığın üzerine yürüyüp annesine hakaret ettiği, sanığın da maktulden kaynaklanan bu haksız fiilin yarattığı hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında hareket ederek atılı suçu işlediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli bulunduğundan, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 08.03.2011 gün ve 8-61 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.10.2011 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.