YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas Numarası: 2005/7-173
Karar Numarası: 2006/145
Karar Tarihi: 30.05.2006
Haksız mal edinme ve gizleme suçundan sanık Ö.K’nin, 3628 sayılı Yasanın 13/1, 765 sayılı TCY.nın 59/2, 3628 sayılı Yasanın 14, 15 ve 16. maddeleri uyarınca sonuçta 2 yıl 6 ay hapis ve 76.050.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, müebbeten kamu hizmetlerinden yasaklanmasına, banka şubelerinde bulunan ve üzerine tedbir konmuş olan paraların zoralımına, cezaların paraya çevrilmesi ve ertelenmesi hususundaki istemin reddine ilişkin Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesince 12.01.2002 gün ve 12-658 sayı ile verilen kararın sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 19.10.2005 gün ve 15026-18761 sayı ile;
(... Sanık savunması ve bilirkişi raporlarından suç konusu banka hesaplarının 1992 yılından beri yürtüldüğünün ileri sürülmesi karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 3.2.1998 gün ve 7/288-11 sayılı kararında da belirtildiği üzere haksız mal edinme suçları ani suç niteliğinde olduklarından suç tarihinin mal veya paranın haksız edinim tarihi olduğu gözetilerek, ilgili bankalardan 1992 yılından bu yana açılmış bulunan söz konusu hesap ekstreleri ve diğer belgeler celp edilip suç konusu paraların hangi tarihlerde haksız edinildiği ayrı ayrı bilirkişi marifetiyle tespit ettirilmek suretiyle suç tarihlerine göre zamanaşımına uğramış miktar belirlendikten sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi...), isabetsizliğinden hükmün oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.
Daire Üyelerinden B. Karakaş ise, "Sanığın mal bildirim formları incelendiğinde;
14.08.1976 tarihli : Çankırı-Karamürsel k. G.menkul ve Kredi Yurtlar Kurumuna 1971-72-73 yıllarına ait borcunun taksit halinde ödendiği (borç) hanesinde yazılı olduğu,
Sonraki tarihsiz bildirimde sadece yukarıdaki g.menkulün yazıldığı,
23.06.1982 tarihli bildirimde, g.menkulün yer almadığı ve eşine ait verasetten gelme Ankara Altındağ semtinde bir dairenin beyan edildiği,
06.02.1985 yıllı beyannamede: 1982 ye ek olarak Antalya’da 3 adet arsa, hisse senedi, altın eşyalar, tahvil ve eşi adına otomobilin beyan edildiği,
19.09.1988 de alım ve satım ve değişmelerin devam ettiği,
28.12.1989 da diğerlerinin yanında kızının doğum ve yaş günlerinde takılan bilezik-kolye, çeşitli miktarda para, kendisine ait tahvil, hisse senedi, babadan kalan para,
01.03.1992 tarihinde 1992 model Doğan marka otomobil (52 milyon),
02.04.1993 tarihinde 1993 model Opel marka otomobil (170 milyon),
23.01.1995 de eşi adına ev (Maltepe-Ank.), kendi adına kooperatif evi (Antalya), 2 arsa, kendine ait Opel marka araç, eşinin ziynet eşyaları,
29.02.1996 tarihinde Opel marka araç satılarak yerine yeni Opel marka araç satın alındığı, bu yön ve tarz artarak devam eden beyanlar.
3628 sayılı Kanunun 7. maddesi gereğince verdiği 19.01.2000 tarihli bildiriminde ve emeklilik işlemleri için verdiği 15.02.2000 tarihli mal bildirim beyannamesinde Ankara Vakıflar Bankasının çeşitli şubelerinde bulunan 500 milyara yakın paranın bildirilmediği ve baştan beri beyanlarına bakıldığında Vakıflar Bankası veya diğer banka şubelerinde hesabın bulunduğu ifade edilmediği ancak duyumlar üzerine yapılan incelemede ortaya çıktığı, yukarıda sanığın genel olarak mal varlığı hakkında genel intiba veren beyannameler incelendiğinde bildirilmeyen bedelin haksız olarak edinildiği ve gizlendiği ve eyleminin devamlılık arz ettiği, iradi olarak devam ettiği ve olayın meydana çıkmasına kadar sürdüğü, kendisinden 19.01.2000 ve 15.02.2000 tarihlerinde özel olarak yapılan mal bildirimi istemlerinde dahi iradi olarak fiili ortadan kaldırmaya muktedir olmasına rağmen bildirimde bulunmadığı ve son vermediği, zira bu defa bu bedelin ne suretle edinildiğinin de savunmasını yapmak zorunda kalacağından, bildirimden kaçındığı önceki bildirimleri ve gelirleri ile mukayese edildiğinde bu miktarın olay dışında kaldığı ve eyleminin devam eden bir eylem olması nedeni ile Yüksek Dairenin ani suç olarak kabul eden görüşü ve bu görüşün getirdiği yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına dair bozma düşüncesine karşı olduğumu ve mahkemenin takdirinde isabetsizlik görmediğimden kararın onanması gerektiğini belirtirim" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 14.12.2005 gün ve 178625 sayı ile;
"İddianamede iki fiil dava konusu yapılmıştır. Birinci fiil; bankada nakit para olduğu halde bunu beyan dışı bırakmak suretiyle gerçeğe aykırı bildirimde bulunmak suretiyle gizlediği, yani 3628 sayılı Kanunun 12. maddesine temas eden eylem olarak tarif edildiği, ikinci fiil ise; haksız mal edinme ve gizleme olarak belirtilmiş ve sanığın 3628 sayılı Kanunun 13/1. maddesinden cezalandırılması istenmiştir.
Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda mahkeme iddianamede ileri sürüldüğü gibi sanığın iki fiilinin mevcudiyetini kabul etmekle beraber sanığın haksız mal edinmesinden hüküm kurmuş ve gerçeğe aykırı beyanda bulunma eyleminden hüküm kurmamıştır. Yüksek 7. Ceza Dairesi de bu değinilmeden haksız edinmeden kurulan hükmü bozmaya konu etmiş bulunmaktadır.
Yüksek Özel Daire bozma kararı yerinde değildir. Şöyle ki; iddianamede sanığın iki eyleminden söz edilerek dava açılmıştır. Her ne kadar tek maddeden cezalandırma istemi bulunmakta ise de hüküm tarihinde yürürlükte bulunan CMUK.nun 150 ve 257. maddelerine uygun olarak dava açıldığının kabulü gerekmektedir. Ancak hakim fiilin niteliğini tayin ve takdirde serbest olması itibariyle hükmü kurduğunda bu iki fiilin varlığını dikkate alması gerekirdi. Fakat dikkate almamış olması o fiilin yokluğunu göstermez.
Dolaysıyla gerçeğe aykırı beyanda bulunma, yani suça konu edilen haksız edinilmiş parayı bildirmeyerek gizlemesi fiilinden mahkemece bir karar verilmemiş olması o eylemin takipsiz kalacağı anlamına gelmeyeceğinden; Yüksek Özel Daire 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 12. maddesinde öngörülen suçtan dolayı açılan kamu davası hakkında zamanaşımı süresince her zaman karar verilmesi mümkün görüldüğüne işaret etmesi gerekirdi. Bu husus hukuki eksiklik olarak kalmıştır.
Yine iddianamede ve dayanağı olan Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu soruşturma raporunda haksız edinilip gizlenen paranın sanığın gerek kendisi gerekse eşi adına 04.06.1998, 17.03.1999 ve 21.04.1999 tarihlerinde açılmış bulunan hesaplardan aktarılmak suretiyle açıldığı vurgulanmış ve bu yolda saptamada yazılmıştır. Nitekim düşüncesi hükme dayanak yapılan bilirkişi raporu da bu yöndedir. Haksız edinim tarihleri bu tarih kabul edildiğinde ise ayrıca bir inceleme ve araştırmaya ihtiyaç duyulmaması gerekir. Kaldı ki haksız edinilip gizlenen her mal yönüyle ayrı ayrı suçun oluşacağı da göz önünde tutulmalıdır. Çünkü el konulan ve müsadere edilen banka şubelerindeki 553.063.422.000 lira yukarıda belirtilen hesaplardan 2000 yılı içinde sanığın kendi hesaplarına aktarıldığı ve haksız edindiği mal kapsamına girdiği, diğer taraftan haksız edinme ile birlikte 3628 sayılı Kanun uyarınca 19.01.2000, 15.02.2000 ve soruşturma sırasında müfettişliğe verdiği 03.11.2000 tarihli mal bildirimlerinde haksız edindiği bu parayı bildirmemek suretiyle gizlediği, anılan bu son tarihinde haksız edinilen malı gizleme suretiyle gerçeğe aykırı bildirimde bulunma suçu yönünden suç tarihi olarak kabul edilmesi gerekir" görüşüyle itiraz yoluna başvurarak Özel Daire kararının kaldırılmasına, 3628 sayılı Yasanın 12. maddesi uyarınca gerçeğe aykırı bildirimde bulunma suçundan dolayı açılan kamu davası hakkında dava zamanaşımı süresince her zaman karar verilmesinin mümkün görüldüğüne işaret edilmek suretiyle Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Sanığın haksız mal edinme ve gizleme suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında, sanığın eyleminin sabit olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Çözümlenmesi gereken hukuki uyuşmazlık;
1- Bankalardan ayrıntılı hesap ekstreleri getirtilerek, suça konu paraların hangi tarihlerde elde edildiğinin bilirkişi raporuyla ayrı ayrı saptanması ile zamanaşımına uğramış miktarın belirlenmesi için soruşturmanın genişletilmesinin gerekip gerekmediği,
2- Sanık hakkında 3628 sayılı Yasanın 12. maddesinden de dava açılıp açılmadığı, buna bağlı olarak bu suçtan da dava zamanaşımı süresi dolana kadar karar verilmesi hususunda eleştiri yapılıp yapılmayacağının belirlenmesi noktalarında toplanmaktadır.
İşin esasının Genel Kurulda görüşülmesi sırasında;
1- Suç tarihi nazara alındığında 765 sayılı TCY.nın 79 ve 80. maddelerinin, 3628 sayılı Yasada yer alan somut olaydaki suçlar için uygulanıp uygulanamayacağı hususu Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
765 sayılı TCY.nın 79. maddesinde yer alan fikri içtima hali, maddede; "İşlediği bir fiil ile kanunun muhtelif ahkamını ihlal eden kimse o ahkamdan en şedit cezayı tazammun eden maddeye göre cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile her aykırılığın ayrı bir suç teşkil etmesi ve failin suç sayısınca cezalandırılmasına ilişkin temel ilkeden ayrılınmış, tek eylem ile yasanın çeşitli hükümlerine aykırı davranan fail hakkında, bu hükümlerden en ağır ceza öngörenin uygulanması esası kabul edilmiştir.
Yerleşmiş yargısal kararlarda, eylemin tek olması koşulu, hareketin tek olması olarak kabul edilmiştir. Konu öğretide de ele alınmış ve kimi yazarlar aynı görüşü savunarak, "tek eylem" terimini, iradi karara dayanan tek hareket olarak kabul etmişlerdir. (Artuk, M.E.-Göçen, A.-Yenidünya, C., Ceza Hukuku Genel Hükümler, sh.846; Yüce, T.T., Ceza Hukuku Dersleri, sh.379.) Fikri içtimanın gerçekleşmesi için gerekli olan diğer koşul ise, yasanın farklı hükümlerinin ihlal edilmiş olmasıdır.
Zincirleme suç olarak da adlandırılan müteselsil suç ise, T.C.Y.nın 80. maddesinde, "Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır." biçiminde düzenlenmiştir.
Bu yasal tanımlamadan anlaşılacağı gibi, müteselsil suçun varlığı için bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan birisi, birden fazla suçun (neticenin) bulunması, diğeri; bu suçların kanunun aynı hükmünü ihlal etmeleri, üçüncüsü ise; birden fazla suçun aynı suç işleme kararına bağlanmasıdır.
Ceza Yasasının 80. maddesi, 4055 Sayılı Yasa ile değiştirilmiş ve maddedeki "aynı kasdi cürmü" sözcükleri çıkartılarak yerine, "aynı suç işleme kararı" ibaresi konulmuştur. Bu değişiklikle, haklı olarak müteselsil suçlarda suç kastlarının ayrılığında zorunluluk bulunduğu, "aynı suç işleme kararının" kasttan başka bir anlam taşıdığı vurgulanmak istenmiştir.
Kaynak yasa ile yasamızdaki "aynı suç işleme kararı" kavramından ne anlaşılacağı öğreti ve yargısal kararlarda değerlendirilmiş, bunun, kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan (Antokosei Maggiore, Manzini'ye atfen DÖNMEZER-ERMAN cilt1, Sh.387), kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususundaki genel bir niyet (Raineri-Pannen'e atfen DÖNMEZER-ERMAN) anlamında bulunduğu, ancak çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, örneğin hırsızlığı kendisine meslek edinmiş bir kimsenin, çok sayıda hırsızlık suçu işlemesinde saik birliği bulunduğu halde, bu saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif koşulunu oluşturmayacağı (SANCAR), işlenen suçlar aynı olsa dahi, failin eline geçirdiği fırsatlardan yararlanarak bunları işlemesinde, aynı suç işleme kararından bahsedilemeyeceği, suçlar arasında uzun bir süre bulunmasının, aynı suç işleme kararına bağlılıktan değil ortaya çıkan fırsatlardan yararlanma şeklinde yorumlanabileceği (ÖNDER), görüşleri ileri sürülmüştür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 2.3.1987 gün ve 341/84 sayılı ve 20.3.1995 gün ve 48/68 sayılı kararlarında;
Öğretideki görüşlere yer verildikten sonra "‘aynı suç işleme kararından’ Yasanın aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plana yönelik genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin ve fakat fiili bir defada yapmak yerine kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, hareketinin aynı nitelikteki ihlale yönelik öncekinin devamı olmasının ve tüm hareketleri, arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği" kabul edilmiştir.
Aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenecektir.
Yine yargısal kararlarda; suçların işlenme tarihleri arasında az veya çok bir zaman aralığı bulunması ya da suç mağdurlarının birden fazla olması halinde teselsülü reddetmenin adalet ve hakkaniyete uygun bulunmayacağı genel bir kabul görmekte ise de, eylemler arasında 2-3 ay gibi, uzun sayılabilecek ve makul kabul edilemeyecek bir zaman aralığının bulunması halinde, suç işleme kararında birlikten söz edilemeyeceği kabul edilmiş, (CGK.nun, 17.4.1995 gün ve 97-122 sayılı, 17.10.1988 gün ve 303-367sayılı kararları) öğretide de, aradan geçen uzun sürenin aynı suç işleme kararının değil ortaya çıkan fırsatlardan yararlanma düşüncesinin sonucu olarak yorumlanması gerektiğine, iki ihlal arasında çok uzun bir zaman aralığı bulunmasının suç kararında birlik olmadığının" karinesini teşkil edebileceğine değinilmiştir.
(ÖNDER), (EREM-DANIŞMAN-ARTUK).
Bu açıklamalar ışığında 3628 sayılı Yasadaki suçlar değerlendirildiğinde;
Yasanın, "Gerçeğe aykırı bildirimde bulunma" başlığını taşıyan 12. maddesinde, "Kanunun daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde gerçeğe aykırı bildirimde bulunana altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir." hükmü,
"Haksız mal edinme, mal kaçırma veya gizleme" başlığını taşıyan 13. maddesinde ise, "Kanunen daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde haksız mal edinene üç yıldan beş yıla kadar hapis ve beş milyon liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası verilir.
Haksız edinilen malı kaçıran veya gizleyene de aynı ceza verilir." hükümleri yer almaktadır.
Görüldüğü gibi her iki maddedeki suçların düzenlenmesinde yasa koyucu tarafından, daha ağır bir ceza gerektirmediği takdirde bu maddelerdeki cezaların verileceği öngörülmekle, TCY.nın 79. maddesinin bu suçlar için de geçerli olduğu açıkça ortaya konulmuş bulunmaktadır. Bu itibarla fikri içtima kurallarının bu suçlarda uygulanacağı kuşkusuzdur.
Teselsül hükümlerinin uygulanmasına gelince, 12. maddede ve 13. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen suçlar, yerleşmiş yargısal kararlarda da kabul edildiği üzere, ani suçlardandır. 13. maddenin 2. fıkrasındaki suç ise, kaçırma ve gizleme eylemlerinin yapısı gereği, temadiye elverişli nitelik arzetmektedir. Bu nedenledir ki, aynı suç işleme kararı altında birden fazla işlenmesi halinde anılan suçlarda teselsül hükümlerinin uygulanması olanaklıdır.
O halde, somut olay ile ilgili olarak uygulanma olanağı bulunan 3628 sayılı Yasanın 12 ve 13. maddelerinde yer alan suçlar için, koşullarının varlığı halinde 765 sayılı TCY.nın 79 ve 80. maddeleri uygulanabilecektir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Kurul Üyesi ise, TCY.nın 79 ve 80. maddelerinin, 3628 sayılı Yasada yer alan suçlar bakımından uygulanma koşullarının bulunmadığı görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanığın sabit olan eyleminin 3628 sayılı Yasanın 13 maddesinin 1. fıkrasına mı yoksa 2. fıkrasına mı uyduğu hususu değerlendirilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasındaki suç, bu Yasanın kapsamına giren görevlerde bulunan kişilerin haksız mal edinmesi ile oluşur. Üçüncü kişilerin bu suçu işlemesi, suça katılma hükümleri haricinde olanaksızdır.
Haksız mal edinme kavramı ise, Yasanın 4. maddesinde, yasaya veya genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilemeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilemeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan artışlar olarak açıklanmıştır.
Hayatın doğal akışı gereği, haksız edinilen malın gizlenmesi söz konusudur. Haksız mal edinme, dolayısıyla bünyesinde gizlemeyi de barındırmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen suç ise, haksız edinilen malı kaçıran ve gizleyenleri de birinci fıkra uyarınca cezalandırmayı gerektirmektedir. Bu suç, ancak üçüncü kişiler tarafından işlenebilen bir suçtur. Birinci fıkradaki suçun faili olan haksız mal edinen kişi, bu suçun faili olamaz. Nitekim, maddede yer alan "de" eki, bu durumu vurgulamaktır. Bu suretle yasa koyucu, haksız edinilen malın üçüncü kişilerce kaçırılması veya gizlenmesi eylemlerini engellemeyi amaçlamıştır.
Somut olayda sanığın yaptığı görev sırasında haksız mal edindiği iddia ve kabul edildiğine göre, eylemi 3628 sayılı Yasanın 13. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen suça uymaktadır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı, "3628 sayılı Yasa, belli görevlerde bulunan kişilerin yolsuzluk yapmalarının önlenmesi amacı ile çıkartılmış özel bir yasadır. Nitekim Yasanın genel gerekçesinde ve "Amaç" başlığını taşıyan 1. maddesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır. O halde bu Yasadaki suçların failleri, öncelikle bu Yasada sayılan görevlerde bulunan kimseler olacaktır. Sayılan görevliler dışında kalan üçüncü kişilerin bu Yasadaki suçların faili olması ancak istisnai hallerde söz konusu olabilecektir.
Yasanın 13. maddesinin her iki fıkrasında düzenlenen suçlar, ayrı maddi unsurları içermektedir. Birinci fıkrada haksız mal edinme, ikinci fıkrada haksız edinilen malın kaçırılması veya gizlenmesi eylemleri yaptırım altına alınmaktadır. Haksız mal edinen bir kimsenin, bu malı kaçırması veya gizlemesi halinde bu eyleminin cezalandırılmayacağını söylemek, yasa koyucunun yukarıda açıklanan amacı ile çelişecektir.
Kaldı ki, haksız mal edinme ani suç niteliğinde olduğundan, malın haksız edinilmesi ile suç tamamlanacağı için dava zamanaşımı bu tarihten başlayacak, malın kaçırılması veya gizlenmesi mütemadi bir suç olduğu için temadinin tamamlandığı veya kesildiği tarihte suç tamamlanacağı için dava zamanaşımı da bu tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Bu durumda uygulamada çok zaman, asli maddi fail durumundaki haksız mal edinen kişinin hakkındaki dava zamanaşımına uğrarken, onun eylemine haksız edinilmiş malı gizleme yöntemiyle katılan üçüncü kişinin hakkındaki dava zamanaşımına uğramayacaktır. İkinci fıkradaki suçun yalnızca üçüncü kişiler tarafından işlenebileceğinin kabulü halinde asıl failin cezalandırılamadığı yerde, ona yardımcı olan kişilerin cezalandırılması söz konusu olacaktır ki, bu ceza adaletiyle bağdaşmayacaktır. Bu nedenle 13. maddenin birinci fıkrasındaki suçun failinin, ikinci fıkradaki suçun faili de olabileceği kabul edilmelidir.
Somut olayda sanık hakkında düzenlenen iddianamede yüklenen suç, haksız mal edinme ve gizleme olarak nitelendirilmiş, Yerel Mahkemece de sanığın haksız edindiği malı bildirmeyerek gizlediği kabul edilmiştir. Gerekçeli karardaki kabul ve sanığın sabit kabul edilen eylemi malın gizlenmesidir. Bu itibarla sanığın eylemi, 13. maddenin 2. fıkrasındaki suçu oluşturur" görüşüyle;
Diğer Kurul Üyeleri de bu görüşe katılarak;
Kurul Üyelerinden Z.Aslan ise, "13. maddenin birinci fıkrasındaki suçun faili, ikinci fıkrada düzenlenen suçun da faili olabilir. Somut olayda sanığın eylemi her iki fıkradaki suça da uymakta olduğundan, her iki suçtan da cezalandırılmalıdır" görüşüyle ve farklı gerekçeyle karşı oy kullanmışlardır.
3- Sanık hakkında 3628 sayılı Yasanın 12. maddesinden de dava açılıp açılmadığı, buna bağlı olarak da bu suçtan da dava zamanaşımı süresi dolana kadar karar verilmesi hususunda eleştiri yapılıp yapılamayacağına ilişkin birinci itiraz nedeninin incelenmesinde;
Sanık hakkında iddianamenin düzenlendiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan CYUY.nın 148 ve 163. maddelerindeki düzenlemeye göre C.Savcısının hazırladığı iddianamede, ceza davasının iki önemli unsuru olan fail ve fiile kesinlikle yer vermesi gerekir. Yasanın fiil sözcüğü yerine suç tabirine yer verdiği gözönünde tutulduğunda, bundan suç teşkil eden eylem veya eylemlerin amaçlandığı açıktır. Sanık, suç teşkil eden hangi fiil nedeniyle yargılandığını bilme hakkına sahip olup, bu husus sanık için bir güvence oluşturur. Zira sanık, yargılamanın bütün evrelerindeki savunmalarını buna göre yapacaktır.
CYUY.nın 150. maddesi gereğince, "Tahkikat ve hüküm, yalnız iddianamede beyan olunan "suça" ve zan altına alınan şahıslara hasredilir.
Bu hudut dahilinde olarak, mahkemeler istiklal ile hareket etmek hak ve vazifesini haiz olup ceza kanunun tatbikinde kendilerine arzedilen iddialar ile bağlı değildirler."
257. maddede de; "Hükmün mevzuu, duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibarettir.
Fiili takdirde mahkeme, iddia ve müdafaalarla bağlı değildir." hükümleri yer almaktadır.
Bu iki maddede eylem bakımından kamu davasının sınırı açıkça gösterilmektedir. Eylem yönünden kamu davasının dışına çıkılması, dava olmadan karar verilmesi anlamını taşır. Usul Yasamızın açıklanan kuralları ise böyle bir uygulamaya kesin engel oluşturur. Ancak hakim, eylemin niteliğini tayin ve takdirde, iddianamedeki hukuki görüşle ve savunma ile bağlı değildir.
Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında belirtildiği ve duraksamasız uygulamalarına göre; bir olayın açıklanması sırasında bir başka olaydan söz edilmesi de o olay hakkında dava açıldığını göstermez. İddianamede (veya son soruşturmanın açılmasına ilişkin kararda) dava konusu yapılan eylemin bir başka olaya dayalı olmadan, bağımsız olarak açıklanması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında Ankara C.Başsavcılığınca düzenlenen 13.12.2000 günlü iddianamenin başlık kısmında yüklenen suç, "Haksız mal edinme ve gizleme" olarak gösterilmiştir. İddianamenin içeriğinde ise;
... Gümrükleri Başmüdürü iken emekli olan sanığın, gerek kendisi gerekse eşi adına 04.06.1998, 17.03.1999 ve 21.04.1999 tarihlerinde açılmış bulunan hesaplardan aktarılmak suretiyle açıldığı tespit olunan ve Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesinin 02.11.2000 tarih ve 2000/472 Müt.sayılı kararıyla tedbir konulan;
Vakıflar Bankası Ankara şubesindeki 1066039 nolu hesabındaki 96.658.000.020 lira; yine aynı bankanın Meşrutiyet şubesinin 1045270 nolu hesabındaki 368.943.749.000 lira; Maltepe şubesindeki 1024288 nolu hesabındaki 87.461.657.000 lira tutarındaki tasarrufların, sanık tarafından verilen 19.01.2000 tarihli genel mal bildirimi ve 15.02.2000 günlü emeklilik mal bildirimi ve müfettiş soruşturması sırasında alınan mal bildirimlerinde ve yine 03.11.2000 tarihinde müfettişe verdiği ifadesinde bu tasarrufları gizlediği, Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulunca sanığa ait banka hesaplarındaki meblağ ortaya çıkarılınca, sanığın, söz konusu meblağların ailesine ait, yöneyimi kendisine tevdi edilen ya da eşine annesinin sağlığında yaptığı bağışlardan oluştuğu şeklinde savunmalarının hayatın olağan akışına uymadığı gibi, tasarruf aracı olarak aradan geçen süre nazara alındığında bu miktarlara ulaşmasının imkansız olduğu, malvarlığının sanığın sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olmadığı iddiasıyla, 3628 sayılı Yasanın 13/1 ve 14. maddeleri uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir.
Görüldüğü gibi, 3628 sayılı Yasanın 12. maddesinde yer alan gerçeğe aykırı mal bildiriminde bulunma suçundan söz edilmediği gibi, yüklenen suç olarak gösterilmemiş ve sevk maddeleri arasında da bu maddeye yer verilmemiştir. O halde, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazında ileri sürüldüğü şekilde, anılan maddeden dava açıldığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Öte yandan, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazı olağanüstü bir yasa yolu olup, ancak kararda sonuca etkili olabilecek nitelikte bir hukuka aykırılık bulunması halinde başvurulabilecektir. Olağanüstü bir yasa yolu olması nedeniyle itiraz nedenleri yönünden de bazı sınırlamaları beraberinde getirmesi kaçınılmazdır.
Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında da bu husus vurgulanmış ve Özel Daire kararlarında yer alan eleştirilerin çıkartılması ya da eleştiri yapılması konularında, uyarıcı ve yol gösterme niteliğinde olan kabule göre bozma kararlarına karşı itiraz yoluna başvurulamayacağı kabul edilmiştir. Nitekim, 16.11.1964 gün ve 470-464 sayılı kararda, "eleştiriye ilişkin düşüncelerin reddine dair daire kararlarının itiraz olunabilecek nitelikteki kararlardan olmadıkları" kabul edilerek Yargıtay C.Başsavcısının itirazının reddine karar verilmiştir.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığının, sanık hakkında 3628 sayılı Yasanın 12. maddesinden de dava açıldığı ve bu suçtan da dava zamanaşımı süresi dolana kadar karar verilmesi hususunda eleştiri yapılmasına ilişkin birinci itiraz nedeninin reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyeleri ise, Yargıtay C.Başsavcılığının birinci itiraz nedeninin haklı nedenlere dayandığından kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
4- Sanığa yüklenen suçun sabit olduğu ve soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunmadığına ilişkin, ikinci itiraz nedeninin incelenmesinde;
Haksız mal edinme suçu, Ceza Genel Kurulunun 03.02.1998 gün ve 288-11 sayılı kararında vurgulandığı gibi ani bir suçtur ve haksız mal edinme tarihinde oluşur. Bu nedenle her bir haksız mal edinme tarihinden itibaren suç tamamlandığı için dava zamanaşımı da bu tarihten itibaren başlayacaktır.
Ancak, yukarıda belirlendiği üzere, haksız mal edinme suçunun zincirleme olarak işlenmesi de olanaklıdır. Bu durumda, dava zamanaşımı teselsülün bitiminden itibaren başlayacaktır. Bu nedenle dava zamanaşımının her bir somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirlenmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrük Başmüfettişi İ. K. tarafından 02.11.2000 tarihinde Ankara C.Başsavcılığına hitaben yazılan yazı ile; X Gümrükler Başmüdürü iken 15.02.2000 tarihinde emekliye ayrılan Ö.K’nin, Vakıflar Bankasının Ankara’daki muhtelif şubelerinde 500 milyar lira civarında tasarrufunun bulunduğu yolunda duyumlar alınması üzerine 31.10.2000 tarihi itibariyle 3628 sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde soruşturma başlatıldığı, bu kapsamda adı geçenin Ankara şubesindeki 1066039 nolu hesabında 96.658.000.020 lira, Meşrutiyet şubesindeki 1045270 nolu hesabında 368.943.749.000 lira ve Maltepe şubesindeki 1024288 nolu hesapta da 87.461.657.000 lira bulunduğunun belirlendiği, adı geçenin mal bildirimlerinde herhangi bir nakit tasarrufun beyan edilmediği, üç ayrı şubedeki toplam 553.063.422.000 lira tutarındaki tasarrufun yüksekliği ve 15.02.2000 günlü emeklilik mal bildiriminde beyan edilmemiş olmaları karşısında söz konusu paranın haksız edinilmiş olmasının kuvvetle muhtemel olduğundan bahisle soruşturma bitene kadar bu hesaplardaki paralarla ilgili tedbir kararı alınması isteminde bulunulmuştur.
Ankara C.Başsavcılığınca talepte bulunulması üzerine Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesince 02.11.2000 gün ve 2000/472 Müt. sayı ile söz konusu hesaplar üzerine tedbir konulmuştur.
Soruşturma sonucunda düzenlenen 13.11.2000 gün ve 14 sayılı raporda özetle;
Ö.K.’nin gerek kendisi, gerekse eşi adına 04.06.1998, 17.03.1999 ve 21.04.1999 tarihlerinde açılmış bulunan hesaplardan aktarılmak suretiyle açıldığı belirlenen ve üzerine tedbir konulmuş olan hesaplardaki tasarrufların, adı geçen tarafından verilen 19.01.2000 günlü genel mal bildirimi, 15.02.2000 günlü emeklilik mal bildirimi ile 03.11.2000 günlü ifadesinde bu tasarruflarını gizlemesinin yanında, 10.11.2000 günlü ifadesinde de bu tespitler karşısında avukatından hukuki yardım almadan açıklama yapmayacağını belirtmiş olması ve söz konusu meblağın büyüklüğü dikkate alındığında toplam 553 milyar 63 milyon 422 bin lira tutarındaki bu tasarrufun 3628 sayılı Yasa hükümleri gereğince beyan edilmesi gerekirken beyan edilmeyerek gizlendiği ve aynı Yasanın 4. maddesi uyarınca yasaya ve genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilemeyen tasarruf olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle Ö.K. hakkında 3628 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca takibatta bulunulması gerektiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.
Ayrıca, sanık ve eşi hakkında yürütülen ikinci bir idari soruşturma sonucunda Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı müfettişi tarafından, iddianame ile dava açılmasından sonra düzenlenen 20.04.2001 gün ve 2 sayılı soruşturma raporunda;
Önceki iddialara ek olarak, sanık ve eşi F.K. tarafından, daha önce tespit edilemediği için tedbir konulması mümkün olmayan başka banka hesaplarından toplam 284 milyar 94 milyon 958 bin 169 liranın çekildiği, bu hesapların da mal bildirimlerinde yer almadığı, ayrıca yine sanık Ö. adına kayıtlı olan Karakusunlar mahallesi 15242 ada 3 parsel numarasında bulunan meskene de sanık tarafından mal bildirimlerinde yer verilmediğinin tespit edildiğinden bahisle, sanık Ömer hakkında 3628 sayılı Yasanın 13/1; eşi F.K. hakkında da aynı Yasanın 13/2. maddesi uyarınca takibat yapılması gerektiği bildirilmiştir.
Bu soruşturma raporu Ankara C.Başsavcılığınca 26.04.2001 tarihinde önceki evrakına eklenmek üzere
Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş olup, dava dosyası içerisinde yer almaktadır. Ancak söz konusu rapor ile ilgili herhangi bir işlem yapılmadığı gibi, iddianame kapsamında bulunmadığı için dava konusu olmadığından karara da dahil edilmemiştir.
Yerel Mahkemece hükme dayanak yapılan TCDD. Genel Müdürlüğü Müfettişi L. tarafından hazırlanan 16.08.2001 tarihli raporda özetle;
Söz konusu banka hesaplarından zaman içerisinde çekilen paralar bulunduğu, bu durumun sanığın mevcut hesapları kendi ihtiyaçları ve amaçları doğrultusunda kullandığı sonucunu ortaya koyduğu, mevcut tasarrufun mal bildiriminde gösterilmemesinin tek bir açıklamasının nereden elde edildiği sorusuna inandırıcı cevap verilmeyeceğinden gizlenmiş olması şeklinde olacağı;
Gümrük müfettişinin, alınan duyumlar üzerine yaptığı inceleme sırasında belirlenen miktarın kaynağı hakkında bilgi edinmek amacıyla sanığın ifadesini aldığında, 03.11.2000 günlü ifadede mal bildiriminde beyan ettikleri dışında herhangi bir menkul ya da gayrimenkul varlığı bulunmadığını açıklanmış olup, bu ifadenin, sanığın yaptığı işin bilincinde olduğu ve doğruları gizlemek amacıyla samimiyetten uzak olarak değerlendirildiği, bu durumun avukatı ile birlikte 10.11.2000 tarihinde verdiği ifade de devam ettiği, daha sonraki açıklamaların ise rakamlar ile fiili durumun karşılaştırılmasında yeterli olmadığı kanaatine varıldığı, zira, babasının 1990-1991 yıllarında 11 milyar lira gönderdiğini beyan etmesine rağmen, yatırımlar zincirinin başlangıcının 18.12.1992 tarihinde X. İş Bankası 1152007 nolu mevduat hesabına yatırılan 35 milyon lira olduğu, 1994 yılı Haziran ayına kadar peyder pey yatırılan miktarın 530 milyon lira olduğunun saptandığı, buna göre babasının sanığa 1990-1991 yıllarında 11 milyar lira verip bankalarda değerlendirilmesinin söz konusu olmadığının görüldüğü;
Ayrıca, sanığın kardeşi H.K.’nin, aynı tarihlerde kendi tasarrufu olan 700-800 milyon ve 1994 yılında emekli olduğunda da 700 milyon lira verdiğine ilişkin beyanının da doğru bulunmadığı, daha önce açıklandığı gibi 1002-1994 yılları arasında nemalandırılmaya başlayan miktarın 530 milyon lira civarında bulunması, öte yandan 1990-1991 yıllarında birikimi olan 700-800 milyon lirayı verdikten yaklaşık 2, 5 yıl sonra emekli olduğu 1994 yılında 700 milyon lirayı sanığa verdiğini açıklamasına rağmen, adı geçenin emekli olduğu 14.07.1994 tarihinde toplam 274.100.209 lira aldığı anlaşılmış olup, bu sürede almış olduğu bu miktarı 700 milyon liraya tamamlamasının olanaksız olduğu, kaldı ki, söz edilen tarih ve yakın süreler içinde belirtilen miktarda herhangi bir paranın tasarruf sistemine dahil olmadığı, bu nedenle ifadelerinin gerçeği yansıtmadığı;
Sanığın eşinin anlatımlarının da gerçeğe uymadığı, sanığın anlatımları ile çeliştiği; çünkü, eşinin altınların bozdurulduğundan söz etmesine karşılık, sanığın ise 4 milyar lira civarında değeri bulunan ziynet eşyasının bulunduğunu bildirdiği;
Bütün bunlara göre, 1990-1991 yıllarında sanığın babası tarafından verildiği iddia olunan 11 milyar lira ile yakınları tarafından bu miktara yapılan ilaveler ile son tasarruf rakamına ulaşılmadığı, 18.12.1992 tarihinde yatırılıp işletilmeye başlanılan 35 milyon liradan başlamak suretiyle, 18.12.1992-1994 Haziran ayına kadar peyder pey yatırılmış olan 530 milyon lira, 1994 yılı Haziran, Ekim ve Kasım aylarındaki yaklaşık 4 milyar lira, 10.12.1997-16.09.1998 tarihleri arasında 150 milyar lira ve 1999 yılı içinde de 100 milyar lira civarındaki naktin dışarıdan sisteme sokularak sağlandığının anlaşıldığı;
Bu itibarla, sanık Ö.K.’nin ifadelerinde samimi olmadığı, doğru beyanda bulunmadığı, avukatından almış olduğu hukuki yardıma göre açıklama yaptığı, belirlenen değere ulaşımı sağlıyacak beyanların verilmesi hususunda yakın çevresinin çaba sarfettiği, ancak bu ifadeler ile gerçeğin gizlenmeye çalışıldığı kanaatine varıldığı;
Sonuç olarak, sanığın saptanmış olan tasarrufunu mal bildirimlerinde göstermeyip gizlemeye çalıştığı, son durum olarak belirlenen ve bloke edilen miktarlara ulaşmayı sağlayan ana paranın, sanık ve yakınlarının beyan ettiğinin aksine, onlar tarafından işletilmek üzere verilmeyip, 1992 yılından başlamak üzere işletilmeye başlanılan ve artan birikimin tekrar tekrar devreye sokulması yanı sıra, sisteme dışarıdan yapılan büyük miktarlardaki ilavelerle oluştuğu, işletim zinciri içine sonradan dahil olan miktarlar olduğu kadar sistemden çekilen paraların da yekun teşkil ettiğinin belirlendiği, Devlet memuru sıfatını taşıyan sanığın bu denli bir tasarrufa ulaşmış olmasının hayatın olağan akışına uymadığı, mal varlığının geliriyle uyumlu bulunmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
Ayrıca, Yerel Mahkemece iki ayrı bilirkişi kurulundan da rapor alınmıştır. Bunlardan, iki emekli Sayıştay Uzman Denetçisi ile emekli bir bankacıdan oluşan kurul tarafından düzenlenen 06.02.2002 tarihli raporda;
Dava konusu banka hesaplarındaki paraların çok büyük bir bölümünün faiz ve nemalardan oluştuğu, Vakıflar Bankası Ankara ve Meşrutiyet şubelerindeki hesaplarda, ihtiyati tedbir tarihinde toplam 465.601.769.000 lira para bulunduğu, bu hesaplardan elde edilen faiz ve nema miktarının ise 480.117.485.021 lira olduğu, görüleceği üzere bankada bulunan para miktarından fazla faiz ve nema elde edilmiş olduğu, fakat faizlerden kesilen stopajlar ile beyanname ile tahakkuk ettirilen vergiler için ödenen paralar dikkate alındığında banka hesaplarındaki paralar ile tespit edilen faiz ve nema miktarlarının birbirleriyle uyumlu olduklarının değerlendirildiği, nitekim bir dönem yüksek faiz ve enflasyon ortamında çeşitli yatırım araçları yoluyla değerlendirilen paraların, tahminleri de aşacak şekilde büyüdüğü;
Banka hesaplarına 1992-1995 yılları arasında yatırılan paraların ne şekilde elde edildiğinin tespitinin mümkün olmadığı, bu tarihler arasında yatırılan en büyük paranın, 03.05.1995 tarihinde yatırılan 2 milyar 600 milyon lira olup, Mayıs 1995 tarihindeki Merkez Bankası döviz kurları (1$ = 42.588 lira) baz alındığında 61.050 $ olduğu, bu miktarın bu gün lira olarak karşılığının ise 80 milyar lira olacağı, delillerin takdiri mahkemeye ait olmak üzere, sanığın babasının ve kardeşlerinin mali durumları ve dosyaya yansıyan tapu ve diğer belgeler dikkate alındığında bu paranın normal koşullarda bir araya getirilemeyecek büyüklükte bir para olmadığı kanaatine ulaşıldığı;
Vakıflar Bankası Maltepe şubesi nezdinde eşi adına olan hesaptaki paranın kaynağının, eşi Fatma tarafından Haziran 1998 tarihinde açılan hesaba yatırılan 16.978.412.400 lira olduğu, 2 yıl sonra 07.06.2000 tarihinde sanığın adına olan hesaba aktarıldığında miktarın 73.266.988.750 liraya ulaştığı, 1995 ve sonraki mal beyanlarında sanığın eşine ait olarak Akbank hisseleri, mücevherat ve 1989 yılında ailesi tarafından verildiği belirtilen 10 milyon lira gibi değerlerin bildirildiği, mal beyanlarında belirtilen değerler itibariyle F.’nin 1998 yılında 16 milyar liralık bir hesabı açacak olanağa sahip olduğunun anlaşıldığı;
Sonuç olarak; dava konusu olan ve Vakıflar Bankası Maltepe şubesindeki tedbir tarihi itibariyle 87.461.657.900 lira olan hesabın sanığın eşine ait olduğu ve mal bmldirimlerinde yer alan mal varlıklarına dayandığı; diğer iki hesabın ise 1992-1995 yıllarında değişik banka hesaplarına yatırılan paralardan ve bu paraların başka hesaplara intikalinden oluştuğu, hesaplardaki mevcut paranın çok büyük kısmının faiz ve nemalardan meydana geldiği, bu itibarla da belirtilen miktarlara ulaşmasının mümkün olduğu, bu hesaplara yatırılan paraların yatış tarihleri ve miktarları itibariyle bir memur maaşı ile tasarruf edilmesi olanaksız olan fakat sanığın ailesinin toplam gelirlerine göre temini olanaklı bulunan miktarlarda olduğu, dolayısıyla dava konusu hesaplardaki paraların haksız olarak edinildiğinin kesin olarak söylenemeyeceği, ancak sanığın mal beyanlarında bu banka hesaplarını beyan etmediği sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir.
Emekli Sayıştay Uzman Denetçilerinden oluşturulan üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 14.06.2002 tarihli raporda ise özetle;
Dosyadaki hesap ekstrelerinin tek tek incelenmesinde, söz konusu paraların büyük bölümünün faiz gelirlerinden müteşekkil olduğunun görüldüğü, sadece T. İş Bankasından, aynı bankanın Anafartalar şubesine ve son olarak da Vakıflar bankası Meşrutiyet şubesine intikal eden hesaptan, 30.05.2000 tarihi itibariyle elde edilen faiz gelirinin 389.350.826.510 lira olduğu, o yıllarda faiz oranlarının yüksek olması nedeniyle diğer hesaplardan da yüksek faiz geliri elde edildiği;
Sanığın, kendisi ve karısı adına olan banka hesaplarını vergi dairesine beyan ettiği, 1998-1999 yıllarında tahakkuk eden gelir vergisini ödediklerinin tespit edildiği;
Dava dosyasındaki belgelerden, tanık ifadelerinden, söz konusu hesaplardaki paraların ilk açılış miktarlarının aile fertleri tarafından sanığa verildiği, Maltepe şubesindeki hesabın evveliyatının da sanığın eşi F. adına açılan 16.978.412.400 lira olarak açılan hesap olup, dolayısıyla bu paranın sanığın eşine ait olduğu, ilk açılış miktarının da mal bildirimlerindeki değerlerle örtüştüğü;
Sanığın düzenli olarak mal beyanı verdiği, menkul, gayrimenkul ve ziynet eşyalarını tek tek beyan ettiği, fakat mal bildirimi ile ilgili yasayı yanlış yorumlayarak kendi adına bankada bulunan fakat ailenin tamamına ait olan paraları beyan etmediği, dosya kapsamına nazaran sanığın babası ve kardeşlerinin mal varlıkları ve gelir düzeylerinin söz konusu hesaplardaki ana paraları sağlayabilecek durum da olduğunun anlaşıldığı;
Sonuç olarak sanığın haksız mal edinmediği, dava konusu banka hesaplarındaki paraları, mal bildirimine ilişkin yasayı hatalı yorumlayarak bildirmediği, sanığın gizleme kastının bulunmadığı görüş ve kanaatine varıldığı bildirilmiştir.
Bütün bu bilgi ve belgeler bir arada ele alınıp değerlendirildiğinde;
Görüldüğü gibi, sanığın mal bildirimlerine konu yapılmayan ve bankalarda bulunan paralarının kaynağı konusunda soruşturma raporları ve bilirkişi raporları arasında görüş birliği bulunmamaktadır. Sanık savunmalarında yüklenen suçu kabul etmemiş ve bu savunması gösterdiği savunma tanıklarınca doğrulanmıştır.
Ceza yargılaması hukukunda vicdani kanıt sistemi benimsenmiştir. Bu sistemle ifade edilmek istenen hem kanıt serbestliği hem de kanıtların değerlendirilmesi serbestliğidir. Ceza yargılamasında somut gerçek arandığından, yargıcı bu gerçeğe götürebilecek her şey kanıt olabilir. Ancak, hükme dayanak alınan kanıtların eksiksiz düzeyde derlenmesi ve bunların gerçekçi, akılcı, olayı temsil edici, kanıtlayıcı ve hukuka uygun bulunmaları gerekir. Bu belirlemeler ceza yargılamasında şekli duruma değil, somut gerçeğe itibar edileceğini ortaya koymaktadır. Aksinin kabulü hak ve adalet duygularını yaralayacaktır.
Bu nedenle yüklenen suçun açıklanan özellikleri de dikkate alınarak;
1) Sanığın hangi mal varlığını hangi tarihte edindiği,
2) Edindiği tarihlere göre bunların yasal kaynağının bulunup bulunmadığı ve geliriyle uyumlu olup olmadığı,
3) Görevi icabı aylık maaşının bulunduğu da gözetilerek mutad tasarruf ölçüleri de nazara alındığında, hangilerinin haksız mal edinme, hangilerinin yasal mal edinme olduğu,
4) Faizinin hangi miktara baliğ olacağı hususlarının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ve Yargıtayca denetlenebilecek açıklıkla belirlenmesi gerekmektedir.
Yerel Mahkemece bu hususlar araştırılmadan ve sanık lehine gerekçe ve sonuç bildiren iki raporun reddediliş nedenleri doyurucu biçimde sergilenmeden suçu sabit gören ancak, maddi ve hukuki dayanak yönünden yetersiz bulunan ilk bilirkişi raporu esas alınarak hüküm kurulması yasaya aykırıdır. Nitekim Özel Dairenin bozma kararı da bu doğrultudadır. Ancak, dosyadaki eksik soruşturma nedenleri bununla sınırlı olmadığından, Özel Dairenin bozma nedenleri de eksik kalmaktadır.
Öncelikle haksız mal edinmelerin neler olduğu ve tarihleri belirlendikten sonra, yukarıda açıklanıp kabul edilen ilkeler doğrultusunda bu haksız mal edinmelerin kimlerden ve hangi tür ilişkiler sonucu olduğu da saptanarak aynı suç işleme kararı altında oluşup oluşmadığı saptanmalı, sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı da gerekçeleriyle tartışılıp, karar yerinde gösterilmelidir.
Öte yandan, dosyaya intikal eden ve herhangi bir işleme tabi tutulmayan ve haksız edinilmiş başkaca gelirleri olduğu iddiasını içeren 20.04.2001 gün ve 2 sayılı ikinci soruşturma raporu C.savcılığına gönderilerek, sanığın sonradan belirlenen bu eylemi ile ilgili dava açılması halinde kamu davaları birleştirilmeli, sanığın bütün eylemlerinin bir arada değerlendirilmesi suretiyle hukuki durumu tayin ve takdir edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının açıklanıp sıralanan değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün belirlenen nedenlerden dolayı eksik soruşturma ile hüküm kurulması nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunlu görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi ise, Yargıtay C.Başsavcılığının haklı nedenlere dayanan ikinci itiraz nedeninin kabulüne karar verilmesi gerektiğinden bahisle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının;
a- Sanık hakkında 3628 sayılı Yasanın 12. maddesinden de dava açıldığı ve bu suçtan da dava zamanaşımı süresi dolana kadar karar verilmesi hususunda eleştiri yapılmasına ilişkin birinci itiraz nedeninin REDDİNE,
b- Sanığın suçunun sabit olduğuna ilişkin ikinci itiraz nedeninin değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 19.10.2005 gün ve 15026-18761 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 12.09.2002 gün ve 12-658 sayılı kararının;
a- Sanığın hangi mal varlığını hangi tarihte edindiği, edindiği tarihlere göre bunların kaynağının açıklanıp açıklanamadığı ve geliriyle uyumlu olup olmadığı, bunların sonucuna göre de hangilerinin haksız mal edinme, hangilerinin yasal mal edinme olduğu hususlarının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi,
b- Dosya içerisine giren ve herhangi bir işleme tabi tutulmayan ikinci soruşturma raporu C.savcılığına gönderilerek, sanığın sonradan belirlenen bu eylemi ile ilgili dava açılması halinde davaların birleştirilmesi, sanığın bütün eylemleri bir arada değerlendirilmek suretiyle hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi,
c- Öncelikle haksız mal edinme tarihleri belirlendikten sonra, yukarıda açıklanıp kabul edilen ilkeler doğrultusunda bu haksız mal edinmelerin aynı suç işleme kararı altında olup olmadığı, sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının ve buna bağlı olarak da dava zamanaşımı süresinin saptanması,
Suretiyle soruşturmanın genişletilmesi için hükmün BOZULMASINA,
Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, ön sorun hakkında 25.04.2006 tarihinde yapılan birinci müzakerede oyçokluğuyla; sanığın eyleminin 3628 sayılı Yasanın 13/1. maddesindeki suça uyduğu konusunda birinci müzakerede yasal oyçokluğu sağlanamadığından 16.05.2006 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla; Yargıtay C.Başsavcılığının birinci itiraz nedeninin reddi hususunda 16.05.2006 tarihinde yapılan birinci müzakerede oyçokluğuyla; Yargıtay C.Başsavcılığının ikinci itiraz nedeninin değişik gerekçe ile kabulü hususunda 16.05.2006 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal oyçokluğu sağlanamadığından, 30.05.2006 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.